hangi yele sorarsan sor
sus-pus her
yön
nabzımın
bastonla ancak yürüdüğünü
artık gör...
sende’leyerek
de kaybolur bazen bir insan
yeryüzünde
yüzüm
her yerimde
yüzün
içmemek için
kendimi zor tuttuğum
zamanına
esir olduğum o an
çok derin
çok derin
bu içli
insan ummanında
nasıl bir
“iç deniz”se artık gözlerin…
kimsesizliğin
cennetinden
yalnızlığımın
cinnetine yolculuğum
kuru
kalabalık konusunda
daima
fevkalade yolsuz’um
sözlerimde
yeşeren bir hıçkırık gibi
nefes nefese
arşınlıyor şimdi
kırık
cümlelerim satırları
gözlerinin
kuyusunda iki çıkrık
ama biz bu
çölde
su içmek
için yola çıkmadık…
gerçek aşkta
kusurlar küsürattır
yollar bazen
yanar
insan kimi
zaman milattır
kimi zaman
da
bilmeden
başkasının intiharında yaşar
onsuz’luk
sonsuzluğa dönüştüğü zaman
diğer her
şey vakitsiz
kendini
zamanla sına
-ki en
acımasızıdır-
nefsim
sadece nefesine yeniliyor
bana kızma
şimdi
herkesin konuştukları
artık hep
senin sustukların
işte bu
nefis…
senin
kuytularında korkmadım
gözlerinin
kuyularına indim bir bir
nefesin tam
da
nefesime
düğümlenmişti
aslında
zehre dokunmuşluğum bile bir bahane
gene de
kal dediğin
yer
dardı
bazen de
ağaca
yaprak ağır
gelir sanırız
halbuki bu
elveda
ağacın
hafifliğinde zaten vardı
nedense
karnında uçuşan kelebekler
ömrü bir
günken
daha gece
olmadan göç eder ya
emin ol
aşk mevzu
bahisken
kelebekler
bile erken göçer
ağaç olmadık
biz neyse ki
yapraktık
çünkü
kelebekleri severiz
iyi de dur
kelebek
hiç sordun
mu kendine
sen neden
göç ediyorsun
yazık...
işte
ya öldüğün gibi gömül
ya da
gömüldün gibi öl
artık…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder