13 Aralık 2020 Pazar

1, 1000, 40 ve 100 (İÇİMDE USULCA KALA'NA...)


 

Kanın hafızası ışığı görene kadar

bir yılan gecesinde

bin yılın karanlığına sığınıyor şimdi

içimde unutulanlar

kendi yükümü sis etmiş

kendi yüzümü sus bellemişim belki

bu zehir

artık içimdeki son zemheridir…

 

bir Sabırlık –ki ağaçtır

uyanır ölüm orucundan

o benin kırk yıllık şahidimdir

kurtulamam ne yapsam kanlı avucundan

çünkü kanın hafızası ışığı görene kadar

bekle doğuracak şimdi bana

sis için güneş, sus için nefes

kaybolduğum tüm zamanlar…

 

uçuşan perdeler görüyorum

sarılmak hasretiyle savruluyorlar ağaçlara

ardımdan uluyan hatıralar geçiniz artık bu koyu ormandan

gök yüzüm olmuş nicedir

yer hüzün

bu toprakları ne çok eşeledi atlar

suya öykünen kaya gibi hepsi kördü

bu devir

içimdeki son serseridir

bir asırlık –ki bana tek Kala’ndır

utanır ölüm orucundan

o artık senin de kırk yıllık şahidindir…

25 Mart 2019 Pazartesi

BULUT


Değiştim…

bu bulut yüzme bilmiyor çünkü

yol yürüyor yağmur

her adımında 

gülleri utangaçlığında dağlıyor

dağılıyor epeydir

içimde göç etti çoktan yıllar

yollar zaten kimsesizdi

değil mi ki arsız ölüm

bu sis çökmüş bahçe de artık

çiçek diktiğim çölüm

sorma bu aralar her yanım sarmaşıklar

gel aralarına

belki seni bile kandırırlar…


Bugün düşündüm…

ben belki senin tek kokulu düşündüm

bir lavanta buldun sonra yastığında

yatağına çiçekler üşüşmüş

oysa bir tek o üşümüştü


Değiştin…

unutup gitmedin çünkü

bu sefer çiçeklerimi

sel seviyor bazen yağmur

üstünü her açtığında uykunda

bana her acıdığında

o neşeli gül’lerin kahkahamı dağlıyor

dağılıyor epeydir

içime yer etti çoktan yollar

yıllar zaten sessizdi

değil mi ki arsız çölüm

bu ses dökmüş bahçe de artık

çiçek diktiğim ölüm

sorma bu aralar sağım solum sarmaşıklar

gel aralarına artık

belki seni de kandırırlar…

21 Ekim 2018 Pazar

ANKA




telaşımı telafi edemiyorum

bir yol beni yürüyor

duyulmuyor sesim bu aralar

her yankı yapacak kuyu filizlenmiş

her çığlığım lal!



el edemiyorum ömrüme

nefesime mühür değmiş

günler kara bir uğultu

güneşin yolu yokuş

göğüs kafesimden göçen kuş

sevdanı dal bellemiş

yırtılmış  dönen

o yel değirmenlerinde

bir şey var

her mavilikte nedense

gizli kalmış uzaklar…



telaşımı telafi edemiyorum

bir yel beni doğuruyor

kışında dinleniyorum

üşümüyor nefesim bu aralar

her beni sarmalayacak kuytu filizlenmiş

her ürpertim dar…



anlıyorum sonunda

kimi bekliyorsa kuş

gidenler kış…


kimi çağırıyorsa kuyu

kulak asmayan sadece uyku…



ne kadar yelsen

o kadar esersin…


neren maviyse

orada sen 

sensin!

11 Nisan 2018 Çarşamba

İŞİN ASLI


Sonra oldu olan

çünkü kömür sıkılmıştı pırlantandan

bir uzak vardı aklımda

çakılmış bir çivi gibi keskin

tüm parıltımdan beni uzaklaştıran…



derken anladım

hava neden bu kadar soğuk

nedir suda

bana pası hatırlatan

neden gri gökyüzü epeydir

sonra oldu işte olan

çünkü mavilik

sıkılmıştı gökkuşağından…



bir sır verdi gitmeden

rengi sarı

bu henüz ilk itirafıydı

az uyuyordu her rüya

kış önümüzde beton gibi duruyordu

her ona yaklaştığımda

kardan adam gibi yalnızdım

her açıldığında bana

içimdeki kapılar dışarı kapanıyordu…



sonra oldu olan

çünkü unutkanlığım

sıkılmıştı hatıralardan

bir yurt edindim sıcağını

atılmış her yığın gibi

yakınından

işin aslı kaybolmuştum

o kanlı şehrin içinde gariptir ki

hala bulamadığın yarama

sadece sen ağlıyordun…

20 Haziran 2017 Salı

KEDİLER UNUTMAZ





Bir kedi

hatırlatsın sana

içinde başıboş bıraktıklarını

çünkü unuttuğun ne varsa

tüm biriktirdiklerinle

sen o'sun...

o derece kırılgan kabuğuyla

ayın ışığıyla bile çatlayan...

olsun...



çünkü şiirle uyandırıldık

paslı bir şehirde

utandırıldık hep

türlü rüyalardan

bir yorganın gökyüzü

olduğu yerde unutulmuştuk

bir yoncanın

solmadığı yerde

biz kuruduk...

bir nehir hatırlatsın sana artık

içinden umursamazca akan her şeyi

çünkü yatağında uyuttuğun

ne varsa

tüm yitirdiklerinle

sen o'sun...

bir kedi hatırlatacak nasılsa

içinde vahşi bıraktıklarını

seni vahşice bıraktıklarını...

olsun...


10 Haziran 2017 Cumartesi

AVARE GEZ(EG)ENLER


İki gezegendi gözlerin

birisinde bir kuyu buldum

kayboldum…

diğeri kesin bir okyanus

belki daha derin…

hangisine baksam

boğulurdum…

bazen esir olmak için

hasret yaşarsın ya bir prangaya

işte bu tutsaklık

tutar seni yar kenarında

can atarsın bu çölde

dönmek için bir kadavraya

çünkü her serap

gün gelir kaybolur…

ölüme yer açamayacak kadar

doluysa okyanusla göğüs kafesin

ölemezsin…

içinde ot biter

yüreğine tırpan değer de

sen bir türlü yeşeremezsin…

bu susuzluk

bu kuraklık

sökülmüş gri bir hazirandan

kök salıyor ansızın bir göz yaşı

utanıyor gözleri adamdan…

bir ses yankılanıyor soluk

sanki geçiştirilmiş bir uyku

içinde düşler dalgalandırıyor

yeşile yenik düşmüş bir kuyu…

belki de sırf bu yüzden

sus pus olmuş

-yükü sessizliğinden-

kendi kıyısına vurmuş

adamın içindeki okyanus…

28 Mayıs 2017 Pazar

YUKARI DÜŞMEK




Yukarı düşüyorum

çünkü bugünlerde

düşlerimle dövüşüyorum…

ezcümle bir yankı gibi

aynı yalnızlığa peş peşe çarpıyorum…

sebeb-i çığlığım

-sanki yerindeyim hala

ama taş kadar da değil ağırlığım-

belki de aşağı çıkıyorum

enteresan aslında

çünkü kim gelse

bir türlü ben kendime iyi gelmiyorum…

bir sanrı gibi

aynı ateşli hastalığa

nedense körükle gidiyorum…

sebeb-i ağrılarım için

‘’ölü doğmuş’’ diyor doktor

ölüyüm ama

henüz doğmamışım…

çünkü var olmak

biraz da söylentidir

işte ben yalnız’ca

bu dedikoduyla savaşıyorum…

bir sargı gibi adeta
bana göz kırpan o mumyaya

telaşla sarılıyorum

sebeb-i ağılarım

doğmuşum –asılsız-

ölüyorum –aralıksız-