15 Şubat 2008 Cuma
DEĞİLDİ
değildi...
rica etti çoklarınız
ne zaman ayakta kalmaya çalışsam
yenildim ...
değildi aslında
bir şeylerin
dönüyordu sürekli etrafımda
kal dediğin ben değildi
erbabı derdi ki hayatın
çok hünerliydin belki
ama bak ellerin titredi
üşüyen ben
değildi...
hicap duydu çoklarınız
ne zaman beni ayakta alkışlasa
yerildi...
değildi aslında
bir şeylerim sürekli etrafında
git dediğin ben değildi
endamı derdi ki hayatın
çok hevesliydin belki
ama bak izlerin bekledi
değildi...
rica etti çoklarınız
ne zaman ayakta kalmaya çalışsam
yenildim ...
değildi aslında
bir şeylerin
dönüyordu sürekli etrafımda
kal dediğin ben değildi
erbabı derdi ki hayatın
çok hünerliydin belki
ama bak ellerin titredi
üşüyen ben
değildi...
hicap duydu çoklarınız
ne zaman beni ayakta alkışlasa
yerildi...
değildi aslında
bir şeylerim sürekli etrafında
git dediğin ben değildi
endamı derdi ki hayatın
çok hevesliydin belki
ama bak izlerin bekledi
değildi...
5 Şubat 2008 Salı
DİL ÇÖKMÜŞLÜĞÜM
Kutsal bir kitap gibi tutuyorum
seni hatırlatan her şeyi
nedendir
hep aynı duayı ediyorum sanki
yemin gibi, aminleri bir
okuyorum yatmadan
tüm sana yazdıklarımı
topluyorum her yerimden
herkesten sakınıyorum kahkahalarını
kıskanıyorum derinden
biliyorum oysa her anını
benden tüm sakladıklarını
toplayıp atıyorum sürekli
sensiz rüyalarımı
bir sana nefes oluyor geceler
nefes alıyor
kan-ter içindeyken sağım solum
başucumda ecinniler
yersiz artık biraz da sensizliğim
kaybolmuşum
ulaşmıyor vuslata hiçbir yolum
susamışım
ses vermiyor kimselerim
bir ayini dinliyor herkes
ağlamak yok
mateminde suskunluğun
nerede şimdi
her şeyimle dil dökmüşlüğüm...
seni hatırlatan her şeyi
nedendir
hep aynı duayı ediyorum sanki
yemin gibi, aminleri bir
okuyorum yatmadan
tüm sana yazdıklarımı
topluyorum her yerimden
herkesten sakınıyorum kahkahalarını
kıskanıyorum derinden
biliyorum oysa her anını
benden tüm sakladıklarını
toplayıp atıyorum sürekli
sensiz rüyalarımı
bir sana nefes oluyor geceler
nefes alıyor
kan-ter içindeyken sağım solum
başucumda ecinniler
yersiz artık biraz da sensizliğim
kaybolmuşum
ulaşmıyor vuslata hiçbir yolum
susamışım
ses vermiyor kimselerim
bir ayini dinliyor herkes
ağlamak yok
mateminde suskunluğun
nerede şimdi
her şeyimle dil dökmüşlüğüm...
ANKARA KENTTİR DE İSTANBUL NEDEN ŞEHİR?
gel-git’ ler arasında
uzak bir bozkır
kimsesizliğimdeki memleket
mezar taşımda özensiz bir karalama
yalnızlıkla ayakta kalabilmiş bir ada
bir yabani kent
tek başına bir kaya
kalabalıkken gönlü
terkedilmiş bir anakara
deniz kokusuz da
korkusuz olabilen bir yaz
grilerle dolu siyah-beyaz
sanki an be an
yüzmeyi unutmuş bir kaptan
ah ile vah içinde
yamalı bir kaftan
feda edilmiş bir bedel
her şeyiyle kayıp
her deminde müptezel
balo salonundan bozma
bir cumhuriyet türbesini
geziyor sanki sidikli bir kontes*
-tövbesi bir gecelik-
kılıçtan geçirilmiş kedisi, iti
burası bilet kesilen
iğdişlik muhiti
bak yedi tepesinde de
sabahları serin az
üşüyor sanki bahçesinde
salyalı bir veliaht
fiyakalı ziyanların şehri
dik yakalı bir boğaz
kibarca ağlayanların nehri
tarih kimi zaman bir el falı
talih bir elmanın yarısı
ne kadar yakın
o kadar uzak
her şeyi kulağına fısıldayarak...
*Teşekkürler Ezginin Günlüğü.
**Fotoğraf: Missisipili Duygu 🙏
2 Şubat 2008 Cumartesi
AMİNSİZ DUA
Sen uyuyorsun
bak gülümsemen, gözlerin rüya
ben uyuyorum
senin olmadığın her yere şimdi güya
yoksun ya
kaynamıyor artık aşım
yemiyor benle gene hiçbir arkadaşım
söyle
öyleyse yoksunluğum
sensizlik değil de ne
sen duruyorsun
örtüler altında geceleri gizlice
öğleye kadar zaman duruyor
-duru ya yüreğin öylece-
biri bakıyor
biri sakınıyor derdini gizlice
ses etmiyorsun sen
biliyorsun
çünkü kimsesizlik
sokuluverir tene bazen sinsice
hep yalnızdır kalanlar
her yanımızdır
yalnız kalanlar
aminsiz dua gibi tek ses her gece...
sen duyuyorsun
bak gülümsemem, sözlerim rüya
ben uyuyorum
senin sessiz tüm bıraktıklarına
yoksun ya
kanamıyor artık ağzım
yetmiyor küçük harfler, her konuşmada azım
söyle
öyleyse yoksunluğum
sessizlik değil de ne
sen duruyorsun
örgüler altında çiçeklerin gizlice
ölene kadar zaman duruyor
-duru ya yüreğin öylece-
biri bakıyor
biri sakınıyor derdini gizlice
ses etmiyorsun sen
inliyorsun
çünkü kimsesizlik
soruluverir tene bazen sinsice
hep yalnız kalanlardır
her yanımız
yalnız
kalanlar
aminsiz dua gibi tek ses her gece...
bak gülümsemen, gözlerin rüya
ben uyuyorum
senin olmadığın her yere şimdi güya
yoksun ya
kaynamıyor artık aşım
yemiyor benle gene hiçbir arkadaşım
söyle
öyleyse yoksunluğum
sensizlik değil de ne
sen duruyorsun
örtüler altında geceleri gizlice
öğleye kadar zaman duruyor
-duru ya yüreğin öylece-
biri bakıyor
biri sakınıyor derdini gizlice
ses etmiyorsun sen
biliyorsun
çünkü kimsesizlik
sokuluverir tene bazen sinsice
hep yalnızdır kalanlar
her yanımızdır
yalnız kalanlar
aminsiz dua gibi tek ses her gece...
sen duyuyorsun
bak gülümsemem, sözlerim rüya
ben uyuyorum
senin sessiz tüm bıraktıklarına
yoksun ya
kanamıyor artık ağzım
yetmiyor küçük harfler, her konuşmada azım
söyle
öyleyse yoksunluğum
sessizlik değil de ne
sen duruyorsun
örgüler altında çiçeklerin gizlice
ölene kadar zaman duruyor
-duru ya yüreğin öylece-
biri bakıyor
biri sakınıyor derdini gizlice
ses etmiyorsun sen
inliyorsun
çünkü kimsesizlik
soruluverir tene bazen sinsice
hep yalnız kalanlardır
her yanımız
yalnız
kalanlar
aminsiz dua gibi tek ses her gece...
ZİFİRİ
açılır, çiçekleri solar bazen
uykusuzdur
sallanan bir beşik sanki yaralı yüreği
kök salmamış da hiç
kurudur...
biri’dir, herkes’leri gider bazen
uygunsuzdur
saklanan bir zifir sanki karalı gözleri
su katılmamış da hiç
durudur...
yeridir, gözyaşlarını siler bazen
umut’suzdur
bir med-cezir sanki saralı nefesi
su kalmamışsa hiç
sonudur...
kederlidir, derdini anarsın bazen
unutmuştur
-bir hal hatır soralı dilleri -
kin tutmamış da hiç
doludur...
zehirlidir, her kim ki arar
uyuşmuştur
bildiğin hiçbir yer değil sanki gülüşü
kimse kaybolmamışsa hiç
yoludur...
uykusuzdur
sallanan bir beşik sanki yaralı yüreği
kök salmamış da hiç
kurudur...
biri’dir, herkes’leri gider bazen
uygunsuzdur
saklanan bir zifir sanki karalı gözleri
su katılmamış da hiç
durudur...
yeridir, gözyaşlarını siler bazen
umut’suzdur
bir med-cezir sanki saralı nefesi
su kalmamışsa hiç
sonudur...
kederlidir, derdini anarsın bazen
unutmuştur
-bir hal hatır soralı dilleri -
kin tutmamış da hiç
doludur...
zehirlidir, her kim ki arar
uyuşmuştur
bildiğin hiçbir yer değil sanki gülüşü
kimse kaybolmamışsa hiç
yoludur...
MAZİLİ SEVDA
O kadar eskilerden çağırıyor ki sesin
tanıdık bir şey var
üzerinde bu seslenişin
öyle güzel dokunuyorsun ki sözlere
bir tat bırakıyor ağzımda
bana hatırlattığın her yer
bak uyandın şimdi
-cemren düştü canıma da-
bahar kendinden utanıyor
biliyorsun uzun zamandır
üzerine titrediğimi
o kadar beklediğim bir çiçeksin ki
açması için
tanıdık bir şey var
üzerinde bu ürperişin
korkuyor tomurcuklar
öyle güzel kokuyorsun ki sabahları
bir hayat bırakabilirim anında
seni unuttuğum her güne
binlerce bahane bulabilirim
ya da bir küfür savurabilirim
uyuduğum gecelere
o kadar hasretle beklendin ki
acele bir şeyler var gene de hala
üzerinde gözlerimin
öyle anlamlı ki şimdi
ağladığım her dem
öyle derin
öksüzlüğü bitmiştir artık
tüm seni sevmelerin…
tanıdık bir şey var
üzerinde bu seslenişin
öyle güzel dokunuyorsun ki sözlere
bir tat bırakıyor ağzımda
bana hatırlattığın her yer
bak uyandın şimdi
-cemren düştü canıma da-
bahar kendinden utanıyor
biliyorsun uzun zamandır
üzerine titrediğimi
o kadar beklediğim bir çiçeksin ki
açması için
tanıdık bir şey var
üzerinde bu ürperişin
korkuyor tomurcuklar
öyle güzel kokuyorsun ki sabahları
bir hayat bırakabilirim anında
seni unuttuğum her güne
binlerce bahane bulabilirim
ya da bir küfür savurabilirim
uyuduğum gecelere
o kadar hasretle beklendin ki
acele bir şeyler var gene de hala
üzerinde gözlerimin
öyle anlamlı ki şimdi
ağladığım her dem
öyle derin
öksüzlüğü bitmiştir artık
tüm seni sevmelerin…
AH ŞU TEHDİTLERİ ÖMRÜN
Kendini içinden rehin alma
teslim olma
tutulmayan sözlerine ömrün
suyun öte yanından kalma
kaç cephede
hüküm sürdü kim bilir yalnızlığın
biliyor musun kaç kalleşle savaştın
kimdi içini yakan
kimdi söyle
hiçbir ürperme çağırmadı seni böyle
kan sızıyor şimdi
her sayıklama(n)da ağzından
her sözcüğünün tomurcuğu
bir dar ağacında can buluyor
kendine içinden düğüm atma
teslim alma
yutulmayan sözlerini ömrün
suyun öte yanından kalma
kaç cephede
hüküm sürdü kim bilir yarım kalmışlığın
biliyor musun kaç kardeşle ağlaştın
kimdi içini yakan
kimdi söyle
hiçbir ürperme
çağırmadı seni böyle...
teslim olma
tutulmayan sözlerine ömrün
suyun öte yanından kalma
kaç cephede
hüküm sürdü kim bilir yalnızlığın
biliyor musun kaç kalleşle savaştın
kimdi içini yakan
kimdi söyle
hiçbir ürperme çağırmadı seni böyle
kan sızıyor şimdi
her sayıklama(n)da ağzından
her sözcüğünün tomurcuğu
bir dar ağacında can buluyor
kendine içinden düğüm atma
teslim alma
yutulmayan sözlerini ömrün
suyun öte yanından kalma
kaç cephede
hüküm sürdü kim bilir yarım kalmışlığın
biliyor musun kaç kardeşle ağlaştın
kimdi içini yakan
kimdi söyle
hiçbir ürperme
çağırmadı seni böyle...
ÇAMLIKOY
asfalt;
kara derili bir yılanmış,
deri değiştirmiş.
gece;
kimsesiz bir efendiymiş,
zindanları bir bilmece.
mucizeler;
orada toplanırmış apansız,
ben uyur-gezer.
sen geç kalmışsın bu sefer,
Çamlıkoy yalnız.
bir ayrı tat bırakıyor,
ağzımda şimdi her yer...
asfalt;
gene kara dönerken,
mesafe meşakkatli.
yol;
aynı yol,
üzerinde şehirli ruhlar kovboy.
başka bir ben bu,
şimdi şehirden giren.
artık daha heybetli günler,
ve daha kalabalık
içimdeki yalnızlık...
kara derili bir yılanmış,
deri değiştirmiş.
gece;
kimsesiz bir efendiymiş,
zindanları bir bilmece.
mucizeler;
orada toplanırmış apansız,
ben uyur-gezer.
sen geç kalmışsın bu sefer,
Çamlıkoy yalnız.
bir ayrı tat bırakıyor,
ağzımda şimdi her yer...
asfalt;
gene kara dönerken,
mesafe meşakkatli.
yol;
aynı yol,
üzerinde şehirli ruhlar kovboy.
başka bir ben bu,
şimdi şehirden giren.
artık daha heybetli günler,
ve daha kalabalık
içimdeki yalnızlık...
YEKPARE YALNIZLIK
-hayat kaza yapacağı adamı
kendi seçer
her şeyi görür ama
kimsesiz de yola devam eder-
akreple yelkovan gibiydik seninle
sen yavaştın
bir türlü benim hızıma alışamadın
aynı ömrü tükettik beraber
sen yaşadın
ben senin zehrine dayanamadım
kimsenin sofrasında az değildin böyle
kimse yola çıkmamıştı
bu kadar katıksız
-bu yalnızlık ondan derler-
sinsice akıttığın zehrinle
hiç kimsenin yolunda
bu denli
vakitsiz olmamıştı engeller
hiçbiri adını andığında
kan tükürmedi böyle
-anlatmadığım her yer tarifsiz-
dil döktüm
sağılmamış süt gibi
akıyordu kendi kendine
kilometre çizgileri
çünkü hayat kaza yapacağı adamı
kendi seçer
diz çöktüm
o kadar ayak basılmamıştı ki
patikalarda izlerin...
kırk gece daha sensiz olabilirdim
tuz-buz olmuş aynalarda
kırık bir sene
hangi aynaya baktıysam
yekpare sığamadım
çok fazla sır var dünyada
dünya o kadar büyük bir ayna oldu ki
suretimi değdiremiyorum artık zamana
kırk gece daha sessiz kalabilirdim
o kadar uçsuz bucaksızsın ki
kaçırdığım sandığım hiçbir şeyi
yakalayamıyorum teninde
her yer öyle tenha
her yer öyle...
özgür bıraktın beni belki sen
ama bedeliyle...
kendi seçer
her şeyi görür ama
kimsesiz de yola devam eder-
akreple yelkovan gibiydik seninle
sen yavaştın
bir türlü benim hızıma alışamadın
aynı ömrü tükettik beraber
sen yaşadın
ben senin zehrine dayanamadım
kimsenin sofrasında az değildin böyle
kimse yola çıkmamıştı
bu kadar katıksız
-bu yalnızlık ondan derler-
sinsice akıttığın zehrinle
hiç kimsenin yolunda
bu denli
vakitsiz olmamıştı engeller
hiçbiri adını andığında
kan tükürmedi böyle
-anlatmadığım her yer tarifsiz-
dil döktüm
sağılmamış süt gibi
akıyordu kendi kendine
kilometre çizgileri
çünkü hayat kaza yapacağı adamı
kendi seçer
diz çöktüm
o kadar ayak basılmamıştı ki
patikalarda izlerin...
kırk gece daha sensiz olabilirdim
tuz-buz olmuş aynalarda
kırık bir sene
hangi aynaya baktıysam
yekpare sığamadım
çok fazla sır var dünyada
dünya o kadar büyük bir ayna oldu ki
suretimi değdiremiyorum artık zamana
kırk gece daha sessiz kalabilirdim
o kadar uçsuz bucaksızsın ki
kaçırdığım sandığım hiçbir şeyi
yakalayamıyorum teninde
her yer öyle tenha
her yer öyle...
özgür bıraktın beni belki sen
ama bedeliyle...
EZBERİME NE OLDU?
Ezberim bozuldu
en derin yerinde sarsıldı ömrüm
el değdiğim her yer sökülüyor
oysa kilitli dünyanın tüm ganimetleri
bir güzel şarkıydı belki de mazi
-sadece nakaratı saklı-
diri bir çiçekti nefes de ama
maalesef kırılmış saksı
tekrar dikilecekti soldu
telef oldu satırlarım
kanadım ben de kendimce
kırılınca kolum kanadım
bir dilek tutmuştum olmadı
Enderun mektebinde yetişmişti oysa hülyalarım
ezberim bozuldu
bıçak açmıyor ağzını artık
korkulan oldu
nedendir bilinmez
su doluyor ciğerlerime ağlamaktan
her anım bir harabede kök buluyor
kan kusan eşkıyalar sarmalıyor yanlışlarımı
kışlarıma değiyor nasırlı eller
pes ediyorum yataklarında kirli
ses etmiyorum
uğulduyor başımda Allah-u ekber
ezberim bozulmuştu
yaralı bir kuştu hafızam
eşkıyaya gece kıştı
genç kızdı narin ürkekliğim
yarının planlarında yoktu
el değdi hülyalarıma
hayaller, gerçekten çoktu
-kördüğüm ve ben-
ezberimi bozdu ölüm ve ten
en acıklı yerinde ağlansın diye
gençliğini çaldım
durup dururken bir ömürden...
en derin yerinde sarsıldı ömrüm
el değdiğim her yer sökülüyor
oysa kilitli dünyanın tüm ganimetleri
bir güzel şarkıydı belki de mazi
-sadece nakaratı saklı-
diri bir çiçekti nefes de ama
maalesef kırılmış saksı
tekrar dikilecekti soldu
telef oldu satırlarım
kanadım ben de kendimce
kırılınca kolum kanadım
bir dilek tutmuştum olmadı
Enderun mektebinde yetişmişti oysa hülyalarım
ezberim bozuldu
bıçak açmıyor ağzını artık
korkulan oldu
nedendir bilinmez
su doluyor ciğerlerime ağlamaktan
her anım bir harabede kök buluyor
kan kusan eşkıyalar sarmalıyor yanlışlarımı
kışlarıma değiyor nasırlı eller
pes ediyorum yataklarında kirli
ses etmiyorum
uğulduyor başımda Allah-u ekber
ezberim bozulmuştu
yaralı bir kuştu hafızam
eşkıyaya gece kıştı
genç kızdı narin ürkekliğim
yarının planlarında yoktu
el değdi hülyalarıma
hayaller, gerçekten çoktu
-kördüğüm ve ben-
ezberimi bozdu ölüm ve ten
en acıklı yerinde ağlansın diye
gençliğini çaldım
durup dururken bir ömürden...
SANCIM VAR ANNE
rüzgarda dengemi arıyorum
küsküne yavrusu şahin görünürmüş
uçamıyorum
sancıma ortak can yok
canıma değecek orak bulamıyorum
gene de
her şeye rağmen döndüm ben
döndüm bak
sana geldim
her türlü merhaleden...
yollar azalıyordu
gemi azıya almıştı gökyüzü
seni arıyordum
kaçtım tüm mengenelerden...
vakitsizdi uçtuğum her yer
attığım düğümler beni kucaklıyordu
sarıyordu hep gökyüzü
ufuklar sararıyordu
döndüm ben
kaçtım bak
sana geldim envai çeşit hergeleden...
hatırla her şeyimle perişandım
yollarını kimsesiz sandım
ayazda kalmıştım
dengemi arıyordum
suskuna yavrusu şahin görünürmüş
hala uçamıyorum
sancıma ortak can yok
canıma değecek orak bulamıyorum...
küsküne yavrusu şahin görünürmüş
uçamıyorum
sancıma ortak can yok
canıma değecek orak bulamıyorum
gene de
her şeye rağmen döndüm ben
döndüm bak
sana geldim
her türlü merhaleden...
yollar azalıyordu
gemi azıya almıştı gökyüzü
seni arıyordum
kaçtım tüm mengenelerden...
vakitsizdi uçtuğum her yer
attığım düğümler beni kucaklıyordu
sarıyordu hep gökyüzü
ufuklar sararıyordu
döndüm ben
kaçtım bak
sana geldim envai çeşit hergeleden...
hatırla her şeyimle perişandım
yollarını kimsesiz sandım
ayazda kalmıştım
dengemi arıyordum
suskuna yavrusu şahin görünürmüş
hala uçamıyorum
sancıma ortak can yok
canıma değecek orak bulamıyorum...
HERKESİN SAKLI BİR DERDİ VARDI
kimin derdi kimde saklıysa
vardı...
sen çok güzeldin eskiden
buralar umman
buralar vardı...
sen çok sır saklardın bazen
ben ıslık çalardım
kimin kimsesi yoksa
beraberce ağlardık
öyle güzel sır verirdik ki
ser vermişiz gibi
-okyanustan bir parça-
deniz anlardı
giz hiçbir zaman çözülmez
attığım düğümler
kendimi içinde saklardı
ah bir vakitti desem
gözlerim her yerine damlardı
kimin derdi kimde saklıysa
vardı...
sen çok gülerdin eskiden
şimdi buralar olmaz
ama buralar vardı...
vardı...
sen çok güzeldin eskiden
buralar umman
buralar vardı...
sen çok sır saklardın bazen
ben ıslık çalardım
kimin kimsesi yoksa
beraberce ağlardık
öyle güzel sır verirdik ki
ser vermişiz gibi
-okyanustan bir parça-
deniz anlardı
giz hiçbir zaman çözülmez
attığım düğümler
kendimi içinde saklardı
ah bir vakitti desem
gözlerim her yerine damlardı
kimin derdi kimde saklıysa
vardı...
sen çok gülerdin eskiden
şimdi buralar olmaz
ama buralar vardı...
MUAMMA‘ DAN MEKTUPLAR
Özlediğim her şeyi biriktirmişsin kendinde
kaybettiğim her yer seninle
son siyah-beyaz türk filminde kör olmuşsun
kör etmişsin beni de güzelliğinle
unuttuğum her güzel sözü söylemişsin bana
denediğim her kişide yanılmam ondan....
özendiğim her şeyim kayboluyor teninde
yakalandığım her yer seninle
son giden trenle yok olmuşsun
yol almış sancılarım, mektupların gelince
hasta eden her illeti savuşturmuşsun başımdan
şimdi bozulmuş yataklarda büzülmüş uyumam ondan...
örselendiğim her şeyi bitirmişsin derdimde
savrulduğum her yer seninle
son mektubuna elveda olmuşsun
el çekmişsin seni sevince
şimdi neye dokunsam batıyor parmağımın ucundan
değdiğim her kişide ağlamam ondan....
kaybettiğim her yer seninle
son siyah-beyaz türk filminde kör olmuşsun
kör etmişsin beni de güzelliğinle
unuttuğum her güzel sözü söylemişsin bana
denediğim her kişide yanılmam ondan....
özendiğim her şeyim kayboluyor teninde
yakalandığım her yer seninle
son giden trenle yok olmuşsun
yol almış sancılarım, mektupların gelince
hasta eden her illeti savuşturmuşsun başımdan
şimdi bozulmuş yataklarda büzülmüş uyumam ondan...
örselendiğim her şeyi bitirmişsin derdimde
savrulduğum her yer seninle
son mektubuna elveda olmuşsun
el çekmişsin seni sevince
şimdi neye dokunsam batıyor parmağımın ucundan
değdiğim her kişide ağlamam ondan....
GÜNEŞİN DÜŞTÜĞÜ YER
Güçsüzüm
zorla takım elbise giydiriliyor ruhuma
gözlerimden kan sızıyor
derman bulamıyorum açık yaralarıma
üşüyorum
ısıtmıyor ruhumu hiçbir gün
hiçbir düş
-küçük bir tebessüm belki arada-
sonra gene yüzümden düşen bin parça
söz etmiyorum kimselere
kimseler bilmiyor bayramlarda ağladığımı
küçük bir kaktüs aldığımı
sıkıntıdan kumbaramdaki paraları saydığımı
çoraplarımı katladığımı
kimseler bilmiyor
hiçbir şey bilmediğimi
bilenlere inanmadığımı
kavga edenleri ayıramadığımı
terkedilmiş bir hayvana dayanamadığımı
güçsüzüm
zorla takım elbise giydiriliyor ruhuma
sözlerimden kan sızıyor
derman bulamıyorum azıcık yamalarıma
üşüyorum
ısıtmıyor ruhumu hiçbir yüz
hiçbir gülüş
-küçük bir tebessüm belki arada-
sonra gene yüzümden düşen bin parça...
zorla takım elbise giydiriliyor ruhuma
gözlerimden kan sızıyor
derman bulamıyorum açık yaralarıma
üşüyorum
ısıtmıyor ruhumu hiçbir gün
hiçbir düş
-küçük bir tebessüm belki arada-
sonra gene yüzümden düşen bin parça
söz etmiyorum kimselere
kimseler bilmiyor bayramlarda ağladığımı
küçük bir kaktüs aldığımı
sıkıntıdan kumbaramdaki paraları saydığımı
çoraplarımı katladığımı
kimseler bilmiyor
hiçbir şey bilmediğimi
bilenlere inanmadığımı
kavga edenleri ayıramadığımı
terkedilmiş bir hayvana dayanamadığımı
güçsüzüm
zorla takım elbise giydiriliyor ruhuma
sözlerimden kan sızıyor
derman bulamıyorum azıcık yamalarıma
üşüyorum
ısıtmıyor ruhumu hiçbir yüz
hiçbir gülüş
-küçük bir tebessüm belki arada-
sonra gene yüzümden düşen bin parça...
TİTREYEN BİR YAPRAĞIN GÖLGESİ
Beklemekte sırasını (şimdi)
elleri kolları bağlı gece
katran karası sensizliğim
öksüz yeraltında
beklemede...
hiçbir şey anlatmıyor artık kitabım
hiçbir yer beni çağırmıyor
kahkahalar çelmiyor aklımı
çekilemiyor bir türlü kızağa ıssızlığım
ıstırabım yele yük olmuş
-yine de- sensizliğime el değmiyor
en değilmemiş yerime
burgu burgu bıçak girmiş
kaç fare kemirmiş de yaramı
kan kaybı kolay tarif edilmiyor...
beklemekte sırasını şimdi
gözleri dağlı gece
olmaz olası sensizliğim
olmazsa olmaz’ım
susuz yeraltında
beklemede...
hiçbir şey ağlatmıyor artık
hiçbir yer seni bırakmıyor
kayboluyorum her yerde
herkesin içinde
bütün düzlükler yokuşa varıyor
çığlık atıyorum ağıdını
-çakıyorum bir çivi gibi- zalim sessizliğine
bir türlü durduramıyorum ne yazık
senin aleni saklanmışlığını
DUR dediğim yerden kan sızıyor
değdiğin yerden sızlıyor bedenim de
kimsesizliğime el değmiyor...
elleri kolları bağlı gece
katran karası sensizliğim
öksüz yeraltında
beklemede...
hiçbir şey anlatmıyor artık kitabım
hiçbir yer beni çağırmıyor
kahkahalar çelmiyor aklımı
çekilemiyor bir türlü kızağa ıssızlığım
ıstırabım yele yük olmuş
-yine de- sensizliğime el değmiyor
en değilmemiş yerime
burgu burgu bıçak girmiş
kaç fare kemirmiş de yaramı
kan kaybı kolay tarif edilmiyor...
beklemekte sırasını şimdi
gözleri dağlı gece
olmaz olası sensizliğim
olmazsa olmaz’ım
susuz yeraltında
beklemede...
hiçbir şey ağlatmıyor artık
hiçbir yer seni bırakmıyor
kayboluyorum her yerde
herkesin içinde
bütün düzlükler yokuşa varıyor
çığlık atıyorum ağıdını
-çakıyorum bir çivi gibi- zalim sessizliğine
bir türlü durduramıyorum ne yazık
senin aleni saklanmışlığını
DUR dediğim yerden kan sızıyor
değdiğin yerden sızlıyor bedenim de
kimsesizliğime el değmiyor...
DİNSİZDİR SENSİZ HER ÖLÜM
Sen!
günümü haydut gibi benden aldın
tuzak kurdun her bir sokağıma
ben yollarım cellatsız sandım
yoksul mahallelerin kadar sefildim de
-hatırla-
semtlerin(d)e şahadet getirdim…
Sen!
gecemi harami gibi benden çaldın
pusu kurdun onbir sularında
ben
ayazda kimsesiz kaldım
avazım çıktığı kadar bağırdım da
-hatırla-
İstanbul’ (d)a istavroz çıkardım…
günümü haydut gibi benden aldın
tuzak kurdun her bir sokağıma
ben yollarım cellatsız sandım
yoksul mahallelerin kadar sefildim de
-hatırla-
semtlerin(d)e şahadet getirdim…
Sen!
gecemi harami gibi benden çaldın
pusu kurdun onbir sularında
ben
ayazda kimsesiz kaldım
avazım çıktığı kadar bağırdım da
-hatırla-
İstanbul’ (d)a istavroz çıkardım…
İSİMSİZ
Bir an intihar etsem
sonra beni kurtarsanız
uyansam
baksam başımda siz
beni dalgın bakışlar alsa
dalgalar alsa beni öncesiz
ben kendi kendime kalsam
bir başıma bulsam canımı öznesiz
belki bana acırsınız
belki üzülür aranızdan biriniz
biraz pamuk olup hastanede
yaralarıma dokunur elleriniz
ah bir becerebilsem
ilk yardımlara düşsem
son kararımda inşallah ben
ama kurtarsanız beni
eve götürseniz acilen
yemem, içmem değişse
el değse perhizime
içme dese doktor mesela
dinlensem
demlenmesem artık kuytularda
bir an intihar etsem
iftihar etmeseniz artık benle siz
‘’hep bizi kandırmış’’ deseniz
‘’sevememiş kimseyi’’
sonra ilaçlarımı almasam
beni üzenleri hiç anlamasam
vasiyetimi bulsanız
ben üzerime alınmasam
bir an hiç üzerime düşeni yapmasam
tarih beni yazmasa
hatırlar mı biriniz
kardeşlerim ağlasa
burun kıvırsa babam
anam ak yemeniyle karalar bağlasa
ip atlasa o sırada zihnim
ölüm karikatür olsa
gülsek beraber tertemiz
bir an intihar etsem
ama sadece bir an
gökkuşağı olurdu rengimiz
toplanır kalırdı eksikler
utanırdı gözlerinizden gözlerim
ses etmezdiniz
hiçbir şey olmamış gibi olurdu yaşasam
sözler var olurdu yokken
gözler yok olurdu giderken
gelsem sevinirdiniz
gitsem kimsesizdiniz
unutamazdınız belki bazı şeyleri asla
anardınız
ağlardınız
sürekli unuttuğumu hatırlayınca
oysaki
benden önce de gittiler
terk ettiler bizi ‘’hey- gidi’’ ler
kalmak şüphesiz sizin için güzel olurdu
gitsem
dedi-kodu kazanında ince BİZ…
değer miydiniz
derin miydiniz yeterince giden bana
kalsam nice-siz olurdum
kalbim zorla solurdu…
bir an intihar etsem
zorla beni kurtarsanız
hoşuma gitse bu iş
ikinciden sonra
beni heyet kararıyla emekli etseniz
dönsem gelsem size
dünden gelsem
emeklesem tekrar önünüzde
kızsanız bana yerli yersiz
kışlasam yüreğinizde
her şeye rağmen kimsesiz…
sonra beni kurtarsanız
uyansam
baksam başımda siz
beni dalgın bakışlar alsa
dalgalar alsa beni öncesiz
ben kendi kendime kalsam
bir başıma bulsam canımı öznesiz
belki bana acırsınız
belki üzülür aranızdan biriniz
biraz pamuk olup hastanede
yaralarıma dokunur elleriniz
ah bir becerebilsem
ilk yardımlara düşsem
son kararımda inşallah ben
ama kurtarsanız beni
eve götürseniz acilen
yemem, içmem değişse
el değse perhizime
içme dese doktor mesela
dinlensem
demlenmesem artık kuytularda
bir an intihar etsem
iftihar etmeseniz artık benle siz
‘’hep bizi kandırmış’’ deseniz
‘’sevememiş kimseyi’’
sonra ilaçlarımı almasam
beni üzenleri hiç anlamasam
vasiyetimi bulsanız
ben üzerime alınmasam
bir an hiç üzerime düşeni yapmasam
tarih beni yazmasa
hatırlar mı biriniz
kardeşlerim ağlasa
burun kıvırsa babam
anam ak yemeniyle karalar bağlasa
ip atlasa o sırada zihnim
ölüm karikatür olsa
gülsek beraber tertemiz
bir an intihar etsem
ama sadece bir an
gökkuşağı olurdu rengimiz
toplanır kalırdı eksikler
utanırdı gözlerinizden gözlerim
ses etmezdiniz
hiçbir şey olmamış gibi olurdu yaşasam
sözler var olurdu yokken
gözler yok olurdu giderken
gelsem sevinirdiniz
gitsem kimsesizdiniz
unutamazdınız belki bazı şeyleri asla
anardınız
ağlardınız
sürekli unuttuğumu hatırlayınca
oysaki
benden önce de gittiler
terk ettiler bizi ‘’hey- gidi’’ ler
kalmak şüphesiz sizin için güzel olurdu
gitsem
dedi-kodu kazanında ince BİZ…
değer miydiniz
derin miydiniz yeterince giden bana
kalsam nice-siz olurdum
kalbim zorla solurdu…
bir an intihar etsem
zorla beni kurtarsanız
hoşuma gitse bu iş
ikinciden sonra
beni heyet kararıyla emekli etseniz
dönsem gelsem size
dünden gelsem
emeklesem tekrar önünüzde
kızsanız bana yerli yersiz
kışlasam yüreğinizde
her şeye rağmen kimsesiz…
DELİĞİM BANA NE EKLERSENİZ
Acı yuvası
kapılarını aç bana bazen
çünkü bazen her şey acınası olur
acı, karamsar tatlar kalır ağzımda
beni kar anlar
alkol bana dokunur
işte o andan sonra
hala bendenseniz
deliyim benden ne dilerseniz…
aşı sırası
kapılarını aç bana bazen
çünkü bazen her şey aşınası olur
ağu, karaborsa olur gider anında
bazı zamanlar
alkol bana dokunur
işte o andan sonra
hala bendensiniz
ve deliyim benden ne dilerseniz…
aşk zulası
kapılarını aç bana bazen
çünkü bazen her şey arzulanası olur
azı, karaborsa gibi TUTANKHAMUN aklımda
bana afakanlar
alkol bana dokunur
işte o andan sonra bile
hala bendeniz
deliyim benden ne dilerseniz…
kapılarını aç bana bazen
çünkü bazen her şey acınası olur
acı, karamsar tatlar kalır ağzımda
beni kar anlar
alkol bana dokunur
işte o andan sonra
hala bendenseniz
deliyim benden ne dilerseniz…
aşı sırası
kapılarını aç bana bazen
çünkü bazen her şey aşınası olur
ağu, karaborsa olur gider anında
bazı zamanlar
alkol bana dokunur
işte o andan sonra
hala bendensiniz
ve deliyim benden ne dilerseniz…
aşk zulası
kapılarını aç bana bazen
çünkü bazen her şey arzulanası olur
azı, karaborsa gibi TUTANKHAMUN aklımda
bana afakanlar
alkol bana dokunur
işte o andan sonra bile
hala bendeniz
deliyim benden ne dilerseniz…
BATAKLIĞIMA GEL HESAPSIZCA
Ah sevdiğim
zamanına küstüğüm
ben sana aceleyim
-sense- sürekli geç kalıyorsun bana
oysa biraz bekle
usul usul yat aklıma
yataklık et önce bana
değsin diye sevdiğime
bu karanlıkta sürekli gördüğüm
ölümüne bir kördüğüm
ah sevdiğim
sen bana ecelsin
bense hep söz veriyorum sana
peki, ne bekliyorsun o zaman
beni kundaklara sarsana
salsana beni yeşermem için
-yeni filizlenmiş bir saltanata alsana-
ah sevdiğim
Bonzai’ lerle dolu ormanına güldüğüm
ben sana pek de acilim
hazırlıksız yakalandın belki tana
öyleyse iğnele fidanlarımı toprağına
iğnele her söylediğimi
bat aklıma
açarak yeşer
yeter ki
kucak açarak gel bataklığıma…
zamanına küstüğüm
ben sana aceleyim
-sense- sürekli geç kalıyorsun bana
oysa biraz bekle
usul usul yat aklıma
yataklık et önce bana
değsin diye sevdiğime
bu karanlıkta sürekli gördüğüm
ölümüne bir kördüğüm
ah sevdiğim
sen bana ecelsin
bense hep söz veriyorum sana
peki, ne bekliyorsun o zaman
beni kundaklara sarsana
salsana beni yeşermem için
-yeni filizlenmiş bir saltanata alsana-
ah sevdiğim
Bonzai’ lerle dolu ormanına güldüğüm
ben sana pek de acilim
hazırlıksız yakalandın belki tana
öyleyse iğnele fidanlarımı toprağına
iğnele her söylediğimi
bat aklıma
açarak yeşer
yeter ki
kucak açarak gel bataklığıma…
SANA DA OLUYOR MU?
Sana da oluyor mu
bir mesaj atıp da karşılığını hemen istediğin
ya da bazen bir boşluğa konuşup
yersiz yere cevap beklediğin...
hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildiğin
bir tarihi bellediğin
veya ne bileyim
hani için için gelmeyeceğini bilsen de
bir insanı ısrarla beklediğin...
başına geldi mi senin de
köpeğini kaybedersin de aniden
yerine hiçbir köpeği koyamazsın bir daha
işte sırf bu yüzden
senin de oldu mu kedi beslediğin...
veyahut esas kız
esas oğlana yüz vermez de bazen filmlerde
esas oğlanın kendini köprüden atması için
İstanbul’ a gitmesi gerekir
işte o esas kızın yerine
hiç kendini koyduğun oluyor mu...
o kız artık o şehirde kaybolmuştur
zaten köpek de o köprünün altında ölmüştür
gene bu şehirde
senin de sakınarak getirdiğin saksı çiçekleri
aldığın yerde capcanlıyken
evde üç günde soluyor mu...
sana da iyi geliyor mu arada bir ağlamak
aralayarak ayrılığın peçesini
hoşuna gidiyor mu sevdiğini yaralamak...
senin de oluyor mu kendini benim yerime koyduğun
benim yerime ağladığın oluyor mu
eriyor mu beni anladığında dudaklarında kelimeler
‘’ağlamak’’ ve ‘’anlamak’’
sana da ikizmiş gibi geliyor mu...
bir mesaj atıp da karşılığını hemen istediğin
ya da bazen bir boşluğa konuşup
yersiz yere cevap beklediğin...
hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildiğin
bir tarihi bellediğin
veya ne bileyim
hani için için gelmeyeceğini bilsen de
bir insanı ısrarla beklediğin...
başına geldi mi senin de
köpeğini kaybedersin de aniden
yerine hiçbir köpeği koyamazsın bir daha
işte sırf bu yüzden
senin de oldu mu kedi beslediğin...
veyahut esas kız
esas oğlana yüz vermez de bazen filmlerde
esas oğlanın kendini köprüden atması için
İstanbul’ a gitmesi gerekir
işte o esas kızın yerine
hiç kendini koyduğun oluyor mu...
o kız artık o şehirde kaybolmuştur
zaten köpek de o köprünün altında ölmüştür
gene bu şehirde
senin de sakınarak getirdiğin saksı çiçekleri
aldığın yerde capcanlıyken
evde üç günde soluyor mu...
sana da iyi geliyor mu arada bir ağlamak
aralayarak ayrılığın peçesini
hoşuna gidiyor mu sevdiğini yaralamak...
senin de oluyor mu kendini benim yerime koyduğun
benim yerime ağladığın oluyor mu
eriyor mu beni anladığında dudaklarında kelimeler
‘’ağlamak’’ ve ‘’anlamak’’
sana da ikizmiş gibi geliyor mu...
HER İLİŞKİ UZUNDUR BİRAZ
Acele etme
uzun dur biraz!
ölü doğmuş sevdamız
kan kaybediyoruz
acı içinde can kaybederken
hayretten ağlayamıyoruz
insan hiç mi kopmaz iplerinden
hiç mi sarhoş olmaz
koparmaz bir şey
yatmaya giderken sevgilinin yüreğinden…
ya ben
ya aşka aşık şapşal ben!
her dolmuşta mı aşık olur bir insan
her otobüste mi bir ilişki bitirir
acele etme gene sen
uzun dur biraz
bu kadar çabuk bitmesin
her ilişki uzundur biraz!
uzun dur biraz!
ölü doğmuş sevdamız
kan kaybediyoruz
acı içinde can kaybederken
hayretten ağlayamıyoruz
insan hiç mi kopmaz iplerinden
hiç mi sarhoş olmaz
koparmaz bir şey
yatmaya giderken sevgilinin yüreğinden…
ya ben
ya aşka aşık şapşal ben!
her dolmuşta mı aşık olur bir insan
her otobüste mi bir ilişki bitirir
acele etme gene sen
uzun dur biraz
bu kadar çabuk bitmesin
her ilişki uzundur biraz!
ARKEOLOJİK KAZILAR I
Canımı yakıyor seni ararken
kaybolduğun her yer
izler kimsesiz
acıtıyor
gözlerinden utanıyorum
uyanıyorum çığlıkla kimsesiz
canımı sıkıyor bensiz yaptığın her şey
kahroluyorum nerede ‘’BİZ’’
-belki bir gün bir yerlerde-
deliriyorum
oysa avutuyorsunuz
kimseniz siz?
ağlıyorum
düğümlenmiş boğazım
gözlerim susuz
ahh bu yaşamın yoksulluğu
oysa sevmek sonsuz
seni yaşıyorum şimdi sensiz
tadımı kaçırıyor herkes
korkuyorum
-henüz affedilmediniz-
seni arıyorum
umursamadan sevgilini
o seni kaçırıyor
aklımı kaçırıyorum ben de kimsesiz
yardımı hatırlıyor
ikimizden birimiz
beni koruduğun herkese
her yere el değiyor
üzerimde sis
anlatıyor aslında beni
boğulurken kadehlere
kardeşini boğdurur gibi
beni öyle bir aşkla zehirledin ki
senin kadar sevemedim
bir daha hiç kimseyi...
kanıma dokunuyor şimdi
yaralı kaldığım her gün
senden gizli
usanıyorum
uzanıyorum yanına
düşlerinden uyanıyorum
dalıyorum sarayına
kimse-siz?
kaybolduğun her yer
izler kimsesiz
acıtıyor
gözlerinden utanıyorum
uyanıyorum çığlıkla kimsesiz
canımı sıkıyor bensiz yaptığın her şey
kahroluyorum nerede ‘’BİZ’’
-belki bir gün bir yerlerde-
deliriyorum
oysa avutuyorsunuz
kimseniz siz?
ağlıyorum
düğümlenmiş boğazım
gözlerim susuz
ahh bu yaşamın yoksulluğu
oysa sevmek sonsuz
seni yaşıyorum şimdi sensiz
tadımı kaçırıyor herkes
korkuyorum
-henüz affedilmediniz-
seni arıyorum
umursamadan sevgilini
o seni kaçırıyor
aklımı kaçırıyorum ben de kimsesiz
yardımı hatırlıyor
ikimizden birimiz
beni koruduğun herkese
her yere el değiyor
üzerimde sis
anlatıyor aslında beni
boğulurken kadehlere
kardeşini boğdurur gibi
beni öyle bir aşkla zehirledin ki
senin kadar sevemedim
bir daha hiç kimseyi...
kanıma dokunuyor şimdi
yaralı kaldığım her gün
senden gizli
usanıyorum
uzanıyorum yanına
düşlerinden uyanıyorum
dalıyorum sarayına
kimse-siz?
ARKEOLOJİK KAZILAR II
İyi bir fikir değilmiş
aralamak perdesini ölümün
iyi hissettirmiyor şimdi
boğazımdaki düğüm
oysa bir senede
yaşamıştık zamansız dört ölüm
üç senede
hesapsız iki düğün
doğru değilmiş seni sonra aramak
bugün belki doğum günün
posta memurlarına sordum
pastan mumlarla doluymuş
belki arkadaşların iki dönüm
ama iyi gelmedi bana
şimdi seni anmak
acil özür dilerim
ve belki geçer gider
kafamızda kurduğumuz her şey
bakarsın bir anda unufak olur
ne de olsa
insan insanın kurdudur
ipi kopmuş bir kuyuydu belki
dur!
senin suyunda gezmemin nedeni
yüzündeki içli sayha
içimdeki büyük sahra
susuzluğumuz
bizim çölümüzdür belki
haritasızlığımız
ve sürekli yön bulamayışımız
korkakça hastalığımızdır
düşün!
bugün belki doğum günün
hatırlamıyorum
iyi bir fikir değilmiş
dağılmış aradığım her şey
hepsi geçmiş
iyi hissettirmiyor şimdi
uzun uğraşlar sonunda
seni güya bulmak
yaşamış aramızda iki kimsesiz efendi
oysa bir rüyada
biz gene de hala
soramıyoruz ‘’azat edildin mi’’ diye
esir kalmış birbirimize...
aralamak perdesini ölümün
iyi hissettirmiyor şimdi
boğazımdaki düğüm
oysa bir senede
yaşamıştık zamansız dört ölüm
üç senede
hesapsız iki düğün
doğru değilmiş seni sonra aramak
bugün belki doğum günün
posta memurlarına sordum
pastan mumlarla doluymuş
belki arkadaşların iki dönüm
ama iyi gelmedi bana
şimdi seni anmak
acil özür dilerim
ve belki geçer gider
kafamızda kurduğumuz her şey
bakarsın bir anda unufak olur
ne de olsa
insan insanın kurdudur
ipi kopmuş bir kuyuydu belki
dur!
senin suyunda gezmemin nedeni
yüzündeki içli sayha
içimdeki büyük sahra
susuzluğumuz
bizim çölümüzdür belki
haritasızlığımız
ve sürekli yön bulamayışımız
korkakça hastalığımızdır
düşün!
bugün belki doğum günün
hatırlamıyorum
iyi bir fikir değilmiş
dağılmış aradığım her şey
hepsi geçmiş
iyi hissettirmiyor şimdi
uzun uğraşlar sonunda
seni güya bulmak
yaşamış aramızda iki kimsesiz efendi
oysa bir rüyada
biz gene de hala
soramıyoruz ‘’azat edildin mi’’ diye
esir kalmış birbirimize...
KÜL
Kül;
küllerinden geçiyor şimdi zaman
duman;
sislerinden geliyor seslenişin
yangın;
söndüremiyorum bu gece hiçbir şeyi
su;
gül’lerinden kalıyor sadece o’ysan
derin;
kaybolarak giden her şey senin
yol;
sanıyorum hep düşlerimde düşerken
kan;
ağzımdan boşalıyor, ağlıyorum serin serin
sen;
ömürlerimi öldürüyorum oysa vakit erken
intihar;
ödünç alınmış cennette sarhoş firar
alkol;
bolca rüzgar arasında kimsesiz yelkovan
giz;
prenses izlerinde yitik bir Keloğlan
yön;
ağır ağır yok oluyor benimle orman
kül;
küllerinden deliriyor besbelli zaman
aman!
her satırı yakıyorum, şiir şimdi tamam!
küllerinden geçiyor şimdi zaman
duman;
sislerinden geliyor seslenişin
yangın;
söndüremiyorum bu gece hiçbir şeyi
su;
gül’lerinden kalıyor sadece o’ysan
derin;
kaybolarak giden her şey senin
yol;
sanıyorum hep düşlerimde düşerken
kan;
ağzımdan boşalıyor, ağlıyorum serin serin
sen;
ömürlerimi öldürüyorum oysa vakit erken
intihar;
ödünç alınmış cennette sarhoş firar
alkol;
bolca rüzgar arasında kimsesiz yelkovan
giz;
prenses izlerinde yitik bir Keloğlan
yön;
ağır ağır yok oluyor benimle orman
kül;
küllerinden deliriyor besbelli zaman
aman!
her satırı yakıyorum, şiir şimdi tamam!
KÜL-II
Küllerinden geçiyor
şimdi zaman duman!
sislerinden geliyor
seslenişin yangın!
söndüremiyorum bu gece
hiçbir şeyi, su!
gül’lerinden kalıyor
sadece o’ysan derin!
kaybolarak giden her şey
senin yol;
sanıyorum hep düşlerimde
düşerken kan!
ağzımdan boşalıyor
ağlıyorum serin serin sen!
ömürlerimi öldürüyorum
oysa vakit erken intihar!
ödünç alınmış cennette
sarhoş firar alkol!
bolca rüzgar arasında
kimsesiz yelkovan giz!
prenses izlerinde
yitik bir Keloğlan yön!
ağır ağır yok oluyor
benimle orman kül!
küllerinden deliriyor
besbelli zaman aman!
her satırı yakıyorum
şiir şimdi tamam, kül!
şimdi zaman duman!
sislerinden geliyor
seslenişin yangın!
söndüremiyorum bu gece
hiçbir şeyi, su!
gül’lerinden kalıyor
sadece o’ysan derin!
kaybolarak giden her şey
senin yol;
sanıyorum hep düşlerimde
düşerken kan!
ağzımdan boşalıyor
ağlıyorum serin serin sen!
ömürlerimi öldürüyorum
oysa vakit erken intihar!
ödünç alınmış cennette
sarhoş firar alkol!
bolca rüzgar arasında
kimsesiz yelkovan giz!
prenses izlerinde
yitik bir Keloğlan yön!
ağır ağır yok oluyor
benimle orman kül!
küllerinden deliriyor
besbelli zaman aman!
her satırı yakıyorum
şiir şimdi tamam, kül!
KİM-SES-İZ
Tam şimdi Kumla’ dan geçiyorum
bir hüznü geçiriyorum içimden
içinden bir kız çıkıyor
çıkamıyorum işin içinden...
tam şimdi Kumla’ dan geçiyorum
o gitmiş, beklememiş
vakit geçmiş
ben kendimden geçiyorum
saat yaklaşık sekiz
bırakmamış denize hiçbir iz...
kimsesiz kayıklar gibi
eksilmişiz o gidince
gizlenir olmuş herkesten
aramızdan birimiz
saat dokuza kadar aramazsa
ölecekmiş dirimiz
tam şimdi Kumla’ dan geçiyorum
iğne gibi batıyor şimdi (sanki)
değiştirdiğimiz derimiz
iğne deliğinden geçiyor da sokaklar
bulamıyorum hiçbir yerde BİZ...
bir hüznü geçiriyorum içimden
içinden bir kız çıkıyor
çıkamıyorum işin içinden...
tam şimdi Kumla’ dan geçiyorum
o gitmiş, beklememiş
vakit geçmiş
ben kendimden geçiyorum
saat yaklaşık sekiz
bırakmamış denize hiçbir iz...
kimsesiz kayıklar gibi
eksilmişiz o gidince
gizlenir olmuş herkesten
aramızdan birimiz
saat dokuza kadar aramazsa
ölecekmiş dirimiz
tam şimdi Kumla’ dan geçiyorum
iğne gibi batıyor şimdi (sanki)
değiştirdiğimiz derimiz
iğne deliğinden geçiyor da sokaklar
bulamıyorum hiçbir yerde BİZ...
OKYANUS
İstedim;
işte dedim...
dediğim denizdi...
izledim;
dileğimde o yalnız ve kimsesizdi!
işkillendim;
yüzdüm ama açılamadım...
yüzü olmuştum okyanusun
uzun süre aşılamadım!
anladım sonra sakinmiş deniz;
sevdim belki ama
bulamadım geçmişten kerteriz!
işittim;
işi berbat ettim
duyduğum sesindi!
bir şey söyledin ama bilemedim
ağladım sonra;
ağladım sana!
anladım
adalar gibi yalnızmış nefesin...
işte dedim...
dediğim denizdi...
izledim;
dileğimde o yalnız ve kimsesizdi!
işkillendim;
yüzdüm ama açılamadım...
yüzü olmuştum okyanusun
uzun süre aşılamadım!
anladım sonra sakinmiş deniz;
sevdim belki ama
bulamadım geçmişten kerteriz!
işittim;
işi berbat ettim
duyduğum sesindi!
bir şey söyledin ama bilemedim
ağladım sonra;
ağladım sana!
anladım
adalar gibi yalnızmış nefesin...
KİMSESİZ İZ
Ben ölsem cuma ölürdüm
gölsem durgun olurdum
kimsesizdim ben
suyun yüzü hürmetine
sana izin verirdim sadece
dokunabilesin diye
ıslaktır hep gözüm
ve kimsesiz izim
izsem lekesiz olurdum
azsam kaybolurdum ben akşam
sokaklar ismimle solurdu
ben gitsem hemen dönerdim belki
yollar küskün olurdu
okurdu bana asfalt sonsuzluğu
ben üzerine iplik dokurdum
koyu kadifeye beyaz kefen
ahh hiçbir beden
kaldıramazdı bu denli yokluğu(nu)
ben bensem, son anda çürürdüm
sana kalırdı tüm çiçeklerim
dererdim sonra solmuş her şeyi
‘’kokusu çalınmış’’
der geçerdim...
gölsem durgun olurdum
kimsesizdim ben
suyun yüzü hürmetine
sana izin verirdim sadece
dokunabilesin diye
ıslaktır hep gözüm
ve kimsesiz izim
izsem lekesiz olurdum
azsam kaybolurdum ben akşam
sokaklar ismimle solurdu
ben gitsem hemen dönerdim belki
yollar küskün olurdu
okurdu bana asfalt sonsuzluğu
ben üzerine iplik dokurdum
koyu kadifeye beyaz kefen
ahh hiçbir beden
kaldıramazdı bu denli yokluğu(nu)
ben bensem, son anda çürürdüm
sana kalırdı tüm çiçeklerim
dererdim sonra solmuş her şeyi
‘’kokusu çalınmış’’
der geçerdim...
BATAKLIĞIN ASLI
Ruhlarımızı dövüştürdük
durduk;
aşkın başka yerinde doğrulduk...
baktık;
yemyeşil olmuş bataklık
masmavi denizde ahali
ağladık;
gözyaşlarımızı birbirine bağladık
güldük;
ağladık birbirimizi anlamayı...
durduk;
aşkın başka yerinde doğrulduk...
baktık;
yemyeşil olmuş bataklık
masmavi denizde ahali
ağladık;
gözyaşlarımızı birbirine bağladık
güldük;
ağladık birbirimizi anlamayı...
AMAN FERYAT EDÜLÜR
İncedür, narindür sazumun telü
Kızdırma bak çağırıram yelü
Yel deyüp küçümseme uçurur kazu
Yohsa baharda çok beklersüz yazu
Ah bu havalarda çalarum acem
Bilemem kimin gözü nur, kiminki kem
Veresiye olur mu hüç müzüğün sözü
Parasu olmayana naz, olana özü
İşte böyle geçer bür bür günler
Erbabı olana derstür, unutulmaz dünler
Bak işte piştün, nicedür kethüdasun
Alemi olana bizden evliyasun
Huu komşu sende bu dert icredür
Derd-u hacetuna merhem olmak nicedur
Ol şimdi aşmuş yollar içerü
El vermişler, aman bulmaz ni’deruk!
Kızdırma bak çağırıram yelü
Yel deyüp küçümseme uçurur kazu
Yohsa baharda çok beklersüz yazu
Ah bu havalarda çalarum acem
Bilemem kimin gözü nur, kiminki kem
Veresiye olur mu hüç müzüğün sözü
Parasu olmayana naz, olana özü
İşte böyle geçer bür bür günler
Erbabı olana derstür, unutulmaz dünler
Bak işte piştün, nicedür kethüdasun
Alemi olana bizden evliyasun
Huu komşu sende bu dert icredür
Derd-u hacetuna merhem olmak nicedur
Ol şimdi aşmuş yollar içerü
El vermişler, aman bulmaz ni’deruk!
CENNET-ARAF_VE DE CEHENNEM
Senin de rüyaların vardır elbet
sabret!
sana, kalanlar çığlık atar hep
ama sağırlıktadır cennet!
susar her şey de ansızın bakarsın
sığınağa yanında gelmiş cinnet!
ben de geçtim aynı yolu
bak gözlerimden akıyordu
beni de almıştı esaret
kayıp biliyorum şimdi her yer
siperine sığmamış ne yazık cesaret
anla!
sırtlamışsın sende ne’m kaldıysa
işte araf da böyle bir illet
senin de rüyaların vardır belki
vazgeç!
sana talanlar acı verecek hep
ama ağır hırkadır cinayet
çırılçıplak kalır da ağlarsın
anlarsın
işte cehennem bundan ibaret!
sabret!
sana, kalanlar çığlık atar hep
ama sağırlıktadır cennet!
susar her şey de ansızın bakarsın
sığınağa yanında gelmiş cinnet!
ben de geçtim aynı yolu
bak gözlerimden akıyordu
beni de almıştı esaret
kayıp biliyorum şimdi her yer
siperine sığmamış ne yazık cesaret
anla!
sırtlamışsın sende ne’m kaldıysa
işte araf da böyle bir illet
senin de rüyaların vardır belki
vazgeç!
sana talanlar acı verecek hep
ama ağır hırkadır cinayet
çırılçıplak kalır da ağlarsın
anlarsın
işte cehennem bundan ibaret!
ÇÖL YOK
Tutunup köklerime
düşmek istiyorum
düş yok!
sarıyorum kendimi
açarak dostlarıma
yıkıyorum bendimi
yıkıyorum serin sularda
kirleterek dengimi
uzanıp yüzlerine
dökmek istiyorum yaşlarımı
güz yok!
sanıyorum kendimi
kaçarak dostlarımdan
unuturum derdimi
uyutuyorum senin surlarında
susarak içimdeki çengimi
ulaşıp köhnelere
bitmek istiyorum
git yok!
soyarak kendimi
ayazda dostlarıma
ödüyorum vergimi
yaşıyorum sekiz sularında
körleterek yergimi
utanıp gözlerine
dizilmek istiyorum
giz yok!
düşmek istiyorum
düş yok!
sarıyorum kendimi
açarak dostlarıma
yıkıyorum bendimi
yıkıyorum serin sularda
kirleterek dengimi
uzanıp yüzlerine
dökmek istiyorum yaşlarımı
güz yok!
sanıyorum kendimi
kaçarak dostlarımdan
unuturum derdimi
uyutuyorum senin surlarında
susarak içimdeki çengimi
ulaşıp köhnelere
bitmek istiyorum
git yok!
soyarak kendimi
ayazda dostlarıma
ödüyorum vergimi
yaşıyorum sekiz sularında
körleterek yergimi
utanıp gözlerine
dizilmek istiyorum
giz yok!
O DA GELSİN (!)
Bak o da gitti
heybetli duran kişilerdi oysa onlar da
diğerleri gibi...
gene yakalandım kimsesiz
tek başına kalıp
kalbimden yaralandım
aradım bulamadım hiçbir yerde
eski takvimleri
-onları mektup gelmiş gibi saklardım-
sanırdım güzel hep resimleri
sararırmış meğer saklanan her şey
dökülüverirmiş Noel Baba’ nın simleri
paylaştığımız sofralarda eksik artık bir şey
bizle yemez olmuş ne yazık diğerleri
dertleriyle yitmiştik oysa biz de
gizlerinde kayboldu onların neferleri
sizlerin de belki başına gelmiştir
ararsınız karanlıkta fenerleri
nefesiniz sondur, sonradır bekleyen de
bence önce özlersiniz
güzel sözler söylemek olur sonra hevesiniz...
heybetli duran kişilerdi oysa onlar da
diğerleri gibi...
gene yakalandım kimsesiz
tek başına kalıp
kalbimden yaralandım
aradım bulamadım hiçbir yerde
eski takvimleri
-onları mektup gelmiş gibi saklardım-
sanırdım güzel hep resimleri
sararırmış meğer saklanan her şey
dökülüverirmiş Noel Baba’ nın simleri
paylaştığımız sofralarda eksik artık bir şey
bizle yemez olmuş ne yazık diğerleri
dertleriyle yitmiştik oysa biz de
gizlerinde kayboldu onların neferleri
sizlerin de belki başına gelmiştir
ararsınız karanlıkta fenerleri
nefesiniz sondur, sonradır bekleyen de
bence önce özlersiniz
güzel sözler söylemek olur sonra hevesiniz...
BAŞKA
Hak ettiğimiz başka bir dünya var
başka bir dünya aradığımız
kaybolmak istediğimiz başka bir yer
başka bir şey belki bulmak istediğimiz
üzgünüz belki
ağrı’ lıyız
dağını görmemişiz hiç
bu yüzden belki sancılı olmamız
başka bir şeydir belki sevdiğim
özlediğim belki başka biri
başkasının şiiri senin de okuduğun
bildiğin kimin dili
beklediğimiz başka bir dünya var
başka bir dünya buluştuğumuz
görmek istediğimiz başka bir zaman
başka bir şey avunduğumuz
kırgınız belki
kızmalıyız
hazzı bilmemişiz hiç
doğuştan kaygılıyız
başka bir şey öldüğüm
eyleyen başka biri
başkasının sonu bu öldüğüm
bildiğin kinin kiri...
başka bir dünya aradığımız
kaybolmak istediğimiz başka bir yer
başka bir şey belki bulmak istediğimiz
üzgünüz belki
ağrı’ lıyız
dağını görmemişiz hiç
bu yüzden belki sancılı olmamız
başka bir şeydir belki sevdiğim
özlediğim belki başka biri
başkasının şiiri senin de okuduğun
bildiğin kimin dili
beklediğimiz başka bir dünya var
başka bir dünya buluştuğumuz
görmek istediğimiz başka bir zaman
başka bir şey avunduğumuz
kırgınız belki
kızmalıyız
hazzı bilmemişiz hiç
doğuştan kaygılıyız
başka bir şey öldüğüm
eyleyen başka biri
başkasının sonu bu öldüğüm
bildiğin kinin kiri...
SEMAZENLER DE AĞLAR MI?
Ben bunu yazarken kaybolmuştum
karım kaybolmuştu...
sevdiklerim
seçtiklerim ortada bile yoktu
bir saat vardı elimde
hiçbir vakte bağlanamıyordum
yelkovanımda rüzgar boştu...
ben sarhoştum bunu yazarken
defterime kazırken
kent bütünüyle hoştu...
beni çağırıyordu besbelli
bakınmak boştu...
kimin kimi varsa acil ihtiyaçtı
sevdiklerimin hepsi bana muhtaçtı
öyle eksikti ki sevenlerim
bir kediyi beslerdim hep
beslenen bendim...
ben bunu yazarken kaybolmuştum
acım kaybolmuştu baktım
sezdiklerim
bildiklerim orada yoktu
ben bunu yaparken hiç
‘’oralı’’ yoktu
oralı bile değildi ki olanlar
Ora’ dan haber yoktu...
size söylemedim mi ‘sevdim’
size söylemedim mi
‘kalansız’
üzdü beni kimse’ ler
‘berabere’ kalan çoktu...
bir soru işaretiydi belki yaşamak
-sırtında kambur taşıyan yok mu???-
gezersin dünyayı da bazen
‘hırka’ yı anlatamazsın neden
-tok mu???-
seninle götürürsün giden her şeyi
senle
bak ama hayat kayıyor elimden
giden ben’ le
ne, nene gerek
-bir nine içre hatırası
tahta bir asa
yürümek için onun da elveda’sı
yol alıyor zaman da bazen
dönerek boşa
söyle semazenler de ağlar mı?
bak onlar da izinsiz mezar olmuş
kimsesiz bir taşa...
karım kaybolmuştu...
sevdiklerim
seçtiklerim ortada bile yoktu
bir saat vardı elimde
hiçbir vakte bağlanamıyordum
yelkovanımda rüzgar boştu...
ben sarhoştum bunu yazarken
defterime kazırken
kent bütünüyle hoştu...
beni çağırıyordu besbelli
bakınmak boştu...
kimin kimi varsa acil ihtiyaçtı
sevdiklerimin hepsi bana muhtaçtı
öyle eksikti ki sevenlerim
bir kediyi beslerdim hep
beslenen bendim...
ben bunu yazarken kaybolmuştum
acım kaybolmuştu baktım
sezdiklerim
bildiklerim orada yoktu
ben bunu yaparken hiç
‘’oralı’’ yoktu
oralı bile değildi ki olanlar
Ora’ dan haber yoktu...
size söylemedim mi ‘sevdim’
size söylemedim mi
‘kalansız’
üzdü beni kimse’ ler
‘berabere’ kalan çoktu...
bir soru işaretiydi belki yaşamak
-sırtında kambur taşıyan yok mu???-
gezersin dünyayı da bazen
‘hırka’ yı anlatamazsın neden
-tok mu???-
seninle götürürsün giden her şeyi
senle
bak ama hayat kayıyor elimden
giden ben’ le
ne, nene gerek
-bir nine içre hatırası
tahta bir asa
yürümek için onun da elveda’sı
yol alıyor zaman da bazen
dönerek boşa
söyle semazenler de ağlar mı?
bak onlar da izinsiz mezar olmuş
kimsesiz bir taşa...
GİDİŞ
Sen ile ben
başka başka sevdik birbirimizi
başka başka anladık
dertlerimizi
senin hep hesabın, kuralların vardı
ben aşkta sınırsızlığı seçtim
kurallar koydun sen, hesapladın beni
bir ilişkiden bin matematik çıkarttın
belli ki haklıydın
sana daha güzel bir dünya sağlayamadım
belki haklıydın
benden sürekli sağlama yapmalıydın...
sen ile ben
başka başka sezdik birbirimizi
başka başka ağladık
dertlerimizi
benim hiç hesabım, kuralım olmadı
sen aşkta ‘sonsuzluğu’ taşıyamazdın
krallar oturttun sen soframıza
kurallar oturttun
ben soytarılarla içerken...
belli ki haklıydın
sana daha güzel bir rüya sunamadım
belki sen haklıydın
benden sürekli sağlama yapmalıydın...
sen ile ben
başka başka seçtik birbirimizi
başka başka ağladık
aradık
aldık dersimizi...
başka başka sevdik birbirimizi
başka başka anladık
dertlerimizi
senin hep hesabın, kuralların vardı
ben aşkta sınırsızlığı seçtim
kurallar koydun sen, hesapladın beni
bir ilişkiden bin matematik çıkarttın
belli ki haklıydın
sana daha güzel bir dünya sağlayamadım
belki haklıydın
benden sürekli sağlama yapmalıydın...
sen ile ben
başka başka sezdik birbirimizi
başka başka ağladık
dertlerimizi
benim hiç hesabım, kuralım olmadı
sen aşkta ‘sonsuzluğu’ taşıyamazdın
krallar oturttun sen soframıza
kurallar oturttun
ben soytarılarla içerken...
belli ki haklıydın
sana daha güzel bir rüya sunamadım
belki sen haklıydın
benden sürekli sağlama yapmalıydın...
sen ile ben
başka başka seçtik birbirimizi
başka başka ağladık
aradık
aldık dersimizi...
ARAF
Cehennem senin neren
sen bana kendini sakladın
senden!
yaktığın da
yıktığın da oldu elbet
gene de sana sığındım
benden!
Cennetin neren senin
şaraplar mı döküyor ki gözlerin
sarhoş oluyorum
bahçende uyuyor güllerim
Sırat’ ın mı saklı senin ezelden
nerede başlıyor cennetin
nerede cehennem
yakmak gazabınsa
sarhoşluk azabım
gene de ben sana
kendimi bağışladım
benden!
sen bana kendini sakladın
senden!
yaktığın da
yıktığın da oldu elbet
gene de sana sığındım
benden!
Cennetin neren senin
şaraplar mı döküyor ki gözlerin
sarhoş oluyorum
bahçende uyuyor güllerim
Sırat’ ın mı saklı senin ezelden
nerede başlıyor cennetin
nerede cehennem
yakmak gazabınsa
sarhoşluk azabım
gene de ben sana
kendimi bağışladım
benden!
USTA CAMİYE GİTMİŞ
El değmeden diktirdim ruhumu
ruh terzisine
ölçüsüz yaşamaktan sökülmüştüm
birden ölçü alacağı tuttu benden
dedim kilometrelerce teyel lazım bana
oysa birkaç santimdir bu beden
ruhumu urganla bağladım
uçurtma yaptım eskiden
az sabretsem uçardı elbet
terk-i diyara uzun inceden...
incir çekirdeğini doldurmaz
ele avuca sığmaz bu külfet
göndermeye çalıştım da olmadı
iğne deliğindendir yolları...
sen yıllardır ona övgü yağdır
sonra da gel bana küfret
semer oldu sırtımda düşünceler
gezdim epey bir yol ben de
düşündüm bedenin ütüsünü kim eyler?
dedi ruhum ‘Bilen var mı gökkuşağı nerede
kamburunu kolalarmış tertemiz bir derede’
anladım o vakit
envai çeşit renkleri
beyazda toplanıyor hep
bizimkinin denkleri...
zürefanın düşkünü
ruh terzisinde düş günü
söyledi
fazla değilmiş benim yara(!)
tuttu patiskadan yaptı
kefen bezime bir arşın yama
meğer usta camiye gitmiş
bu çırakmış
terzi ruh dikmeyi Allah’ a bırakmış
e ben zaten elbise bilmezdim
bilseydim ruhumu getirmezdim
dar zamanda, çok lira
anmam o dükkanın adını bir daha
kandırılmıştım
halbuki medet uman çoktu
el açarken enayi gibi
beyimiz yanımda yoktu...
ben de böylelikle bıraktım kendimi
dilenirken hepsine hatırlattım derdimi
atıyorum artık onu bedenimin terkisine
el değmeden diktirmeye gitmiştim oysa ki
ruhumu ruh terzisine...
ruh terzisine
ölçüsüz yaşamaktan sökülmüştüm
birden ölçü alacağı tuttu benden
dedim kilometrelerce teyel lazım bana
oysa birkaç santimdir bu beden
ruhumu urganla bağladım
uçurtma yaptım eskiden
az sabretsem uçardı elbet
terk-i diyara uzun inceden...
incir çekirdeğini doldurmaz
ele avuca sığmaz bu külfet
göndermeye çalıştım da olmadı
iğne deliğindendir yolları...
sen yıllardır ona övgü yağdır
sonra da gel bana küfret
semer oldu sırtımda düşünceler
gezdim epey bir yol ben de
düşündüm bedenin ütüsünü kim eyler?
dedi ruhum ‘Bilen var mı gökkuşağı nerede
kamburunu kolalarmış tertemiz bir derede’
anladım o vakit
envai çeşit renkleri
beyazda toplanıyor hep
bizimkinin denkleri...
zürefanın düşkünü
ruh terzisinde düş günü
söyledi
fazla değilmiş benim yara(!)
tuttu patiskadan yaptı
kefen bezime bir arşın yama
meğer usta camiye gitmiş
bu çırakmış
terzi ruh dikmeyi Allah’ a bırakmış
e ben zaten elbise bilmezdim
bilseydim ruhumu getirmezdim
dar zamanda, çok lira
anmam o dükkanın adını bir daha
kandırılmıştım
halbuki medet uman çoktu
el açarken enayi gibi
beyimiz yanımda yoktu...
ben de böylelikle bıraktım kendimi
dilenirken hepsine hatırlattım derdimi
atıyorum artık onu bedenimin terkisine
el değmeden diktirmeye gitmiştim oysa ki
ruhumu ruh terzisine...
BELLİ
Senin değdiğin yer acıtacak
ağlatarak gelecek ecelim
ağ atacaksın göz yaşlarıma
silemeyecek ellerim
tozun kalırsa yaprağımda
yenilir tüm ‘GÜL’lerim
adını alıp kaçacaksın
bir daha ‘seviyorum’ demeyeceğim...
‘Seninim’ dediğin yer acıtacak
gidemeyeceğim gelmezsen gidensiz
gel-git’ lerde ağlarsam
dışa kapanır çünkü gözlerim
orada ‘vuslat’ bekler de
‘kibir’ burada nedendir yetim...
Seni sevdiğim yer acıtacak
akıtacak zehrini nefesin
boğulurken anlayacağım
serin sözlerin en derin
çaresiz çırpınacağım içinde
senleyken
ve yine sensiz
ölüm mü kolay, alay mı?
-alaylar kalmaz kimsesiz!-
ağlatarak gelecek ecelim
ağ atacaksın göz yaşlarıma
silemeyecek ellerim
tozun kalırsa yaprağımda
yenilir tüm ‘GÜL’lerim
adını alıp kaçacaksın
bir daha ‘seviyorum’ demeyeceğim...
‘Seninim’ dediğin yer acıtacak
gidemeyeceğim gelmezsen gidensiz
gel-git’ lerde ağlarsam
dışa kapanır çünkü gözlerim
orada ‘vuslat’ bekler de
‘kibir’ burada nedendir yetim...
Seni sevdiğim yer acıtacak
akıtacak zehrini nefesin
boğulurken anlayacağım
serin sözlerin en derin
çaresiz çırpınacağım içinde
senleyken
ve yine sensiz
ölüm mü kolay, alay mı?
-alaylar kalmaz kimsesiz!-
LA FONDİP’ TEN MASA(L)LAR
Durdum sonunda
ben durunca dünya duruldu
yaz sarıdan, kuş darıdan af diledi
korkuluk evine döndü yatağına kuruldu
uyandı uykudan potuk
yastığına zürafa kondu...
durdum ben de sonunda
baktım ki işler yolunda
girdim zalim cadının koynuna
kurtulunca sonra büyüsünden
indiriverdim süpürgeyi boynuna
gittim sonra cennet bahçesine
buluverdim birkaç tane iyisinden...
orada ne gürültü, ne kavga
kol kola tilkiyle karga
maymun düşmüş yalnız karakola
ehh insana benzer ne de olsa
doğa bizden neden çeksin
akıllı olmak doğru yolsa...
doğru yolda eğri deve
şaşkındır benzemez hiçbir şeye
bir çekiç, bir de eğe
kafi çöl yapmaya Kaf dağını bile...
koca akıl, onca hile
yetmez bazen en uyanık file
evi yansa söndüremez
hortumunu hatırlatır, kızar itfaiye
tek bir hayvan korkmaz bundan
silinmesin diye ruju
kafasını çukura gömen devekuşu
duymaz ensesinde yürüse cinler
o yeraltında volkmen dinler...
dostu olmuş bizimkinin
kazma dişli köstebekler
diş fırçalamaktan vakit bulurlarsa
ne var, ne yok kemirirler
talan olur valla kaplumbağanın arsa
gider o da başka yere
iki yıl sürer başlaması yemeğe...
yemek denince aslan var
onunla sofraya oturan yanar
Kaf dağını yemiş de
bulamamış insanlar...
anka kuşu şaşırmış
uçan halı marifetini aşırmış
beş bostana kıran girmiş de
yılan buzdolabını kaçırmış
sevinmiş bu işe ejderha
kilitleyemez beni içine demiş bir daha
tavşan şaşmış yılanı duyunca
‘yazık, iş bulmuştum sana
10 altın verseler
girmez misin hokkabaz şapkasına
ben emekli oldum olalı
sevindiremiyor hokkabazlar çocukları
palyaçolar oyalıyor idareten
gıdıklayarak pandaları’
ne isterler bu karşı koymaz ayıcıktan
gözleri kararır kahkahadan
bayılıverir hemen şakacıktan
durdum ben de sonunda
sirke gittim gecenin onunda
baktım kanguru beleşe getirmiş
yavrusunu taşıyor donunda!
ben durunca dünya duruldu
yaz sarıdan, kuş darıdan af diledi
korkuluk evine döndü yatağına kuruldu
uyandı uykudan potuk
yastığına zürafa kondu...
durdum ben de sonunda
baktım ki işler yolunda
girdim zalim cadının koynuna
kurtulunca sonra büyüsünden
indiriverdim süpürgeyi boynuna
gittim sonra cennet bahçesine
buluverdim birkaç tane iyisinden...
orada ne gürültü, ne kavga
kol kola tilkiyle karga
maymun düşmüş yalnız karakola
ehh insana benzer ne de olsa
doğa bizden neden çeksin
akıllı olmak doğru yolsa...
doğru yolda eğri deve
şaşkındır benzemez hiçbir şeye
bir çekiç, bir de eğe
kafi çöl yapmaya Kaf dağını bile...
koca akıl, onca hile
yetmez bazen en uyanık file
evi yansa söndüremez
hortumunu hatırlatır, kızar itfaiye
tek bir hayvan korkmaz bundan
silinmesin diye ruju
kafasını çukura gömen devekuşu
duymaz ensesinde yürüse cinler
o yeraltında volkmen dinler...
dostu olmuş bizimkinin
kazma dişli köstebekler
diş fırçalamaktan vakit bulurlarsa
ne var, ne yok kemirirler
talan olur valla kaplumbağanın arsa
gider o da başka yere
iki yıl sürer başlaması yemeğe...
yemek denince aslan var
onunla sofraya oturan yanar
Kaf dağını yemiş de
bulamamış insanlar...
anka kuşu şaşırmış
uçan halı marifetini aşırmış
beş bostana kıran girmiş de
yılan buzdolabını kaçırmış
sevinmiş bu işe ejderha
kilitleyemez beni içine demiş bir daha
tavşan şaşmış yılanı duyunca
‘yazık, iş bulmuştum sana
10 altın verseler
girmez misin hokkabaz şapkasına
ben emekli oldum olalı
sevindiremiyor hokkabazlar çocukları
palyaçolar oyalıyor idareten
gıdıklayarak pandaları’
ne isterler bu karşı koymaz ayıcıktan
gözleri kararır kahkahadan
bayılıverir hemen şakacıktan
durdum ben de sonunda
sirke gittim gecenin onunda
baktım kanguru beleşe getirmiş
yavrusunu taşıyor donunda!
DÜŞ DEVŞİREN
Tozlarını savurarak
şu üzerime amansız gelen ne?
apansız dileyen benden yalnızlığımı
beni türlü tuzaklarla yeneceğini bilen
beni benden önce sezen ne?
hem yetimliğimi
hem kalabalık oluşumu
bana kalan boş bir küpü
göz yaşlarımla doldurduğumu bilen ne?
topraklarımı ordusuyla kirleten
toplarımı, tüfeklerimi
sırf gülmek için
örümcek ağlarıyla ören kim?
ne ki beni iten boşluğa
azap atlarıyla üzerimde tepinen
krallığımın karanlığı ortasında
beni çırılçıplak bırakarak
kimsesizliğe çırak yapan ne?
kim, zamanı zorbalıkla savuşturacak
ruhumu gerçekle buluşturarak
zaferimin üzerine kılıcını koyan?
düşlerimi zalimce devşirip
huzurumu kaçırarak
kimdir sonra izinsizce huzuruma çıkan?
sen
sensin demek gecenin gücüyle
ruhuma çelmeler takan!
altın kakma nefesini
hem gürz, hem kalkan gibi kullanan
bil ki
sen zulmün efendisi
ne benim zaferimdir solan
ne de bir kuraldır
‘Kalıcı olabilir kılıcı olan!’
şu üzerime amansız gelen ne?
apansız dileyen benden yalnızlığımı
beni türlü tuzaklarla yeneceğini bilen
beni benden önce sezen ne?
hem yetimliğimi
hem kalabalık oluşumu
bana kalan boş bir küpü
göz yaşlarımla doldurduğumu bilen ne?
topraklarımı ordusuyla kirleten
toplarımı, tüfeklerimi
sırf gülmek için
örümcek ağlarıyla ören kim?
ne ki beni iten boşluğa
azap atlarıyla üzerimde tepinen
krallığımın karanlığı ortasında
beni çırılçıplak bırakarak
kimsesizliğe çırak yapan ne?
kim, zamanı zorbalıkla savuşturacak
ruhumu gerçekle buluşturarak
zaferimin üzerine kılıcını koyan?
düşlerimi zalimce devşirip
huzurumu kaçırarak
kimdir sonra izinsizce huzuruma çıkan?
sen
sensin demek gecenin gücüyle
ruhuma çelmeler takan!
altın kakma nefesini
hem gürz, hem kalkan gibi kullanan
bil ki
sen zulmün efendisi
ne benim zaferimdir solan
ne de bir kuraldır
‘Kalıcı olabilir kılıcı olan!’
DEDE İLE TORUN
Bebek ve ihtiyar
emzik ve baston
... ...
SABAH ve GECE
UYKU ve ÖLÜM
AZ! ve ÇOK!
... ...
DEDE ve TORUN ?
? ?
emzik ve baston
... ...
SABAH ve GECE
UYKU ve ÖLÜM
AZ! ve ÇOK!
... ...
DEDE ve TORUN ?
? ?
EKLİYMİŞ EŞ-SİZ-LİĞİMİZ
Zamansızmış her şey
senin sıhhatsizliğin
benim saatim gereksizmiş...
zalimin gün saymasında başka ne
yaşadığımız, yaşayacağımız öfke!
ecelsizmiş ölümler bak
oysa biz çiçekler topluyorduk
daima yenilerini bulacağımızı sanarak
an’larımız yokluğumuzda daha an’lamlı
anaların koynunda da bizsizlik
kolu kopmuş bebekler gibi böyle sallandı...
eksikmiş her tutunduğun
ve eksizmiş ömür de ne yazık
talim yerinde sıkacak mermimiz yokken
bir savaşa gönderilmemiz gerçekten ayıp...
yine yola koşulmuş bulduk kendimizi
yine ağlayarak katıldık orduya
kaçamadık
açamadık kapısını dermanın da
yıkıldı evimiz, ocağımız
şaşırmadık...
kaç kalleşin arasında silahlanmışız
kan kardeşimizin
bir anda varlıklı oluşu
nasıl da gözümüzden kaçmış...
düz yollarda görünür olmuştu ne zamandır
doğru ya nerede onun yokuşu?
ah bu ani uçurum
bu sevdiklerimizin bir bir yok oluşu
neyi aldı da bizden
yokluğu yüzümüze vurdu birden!
senin sıhhatsizliğin
benim saatim gereksizmiş...
zalimin gün saymasında başka ne
yaşadığımız, yaşayacağımız öfke!
ecelsizmiş ölümler bak
oysa biz çiçekler topluyorduk
daima yenilerini bulacağımızı sanarak
an’larımız yokluğumuzda daha an’lamlı
anaların koynunda da bizsizlik
kolu kopmuş bebekler gibi böyle sallandı...
eksikmiş her tutunduğun
ve eksizmiş ömür de ne yazık
talim yerinde sıkacak mermimiz yokken
bir savaşa gönderilmemiz gerçekten ayıp...
yine yola koşulmuş bulduk kendimizi
yine ağlayarak katıldık orduya
kaçamadık
açamadık kapısını dermanın da
yıkıldı evimiz, ocağımız
şaşırmadık...
kaç kalleşin arasında silahlanmışız
kan kardeşimizin
bir anda varlıklı oluşu
nasıl da gözümüzden kaçmış...
düz yollarda görünür olmuştu ne zamandır
doğru ya nerede onun yokuşu?
ah bu ani uçurum
bu sevdiklerimizin bir bir yok oluşu
neyi aldı da bizden
yokluğu yüzümüze vurdu birden!
RUHMAKİNA-RUHKİNDAR
Ruhum perte çıktı
boşa kılıcına davranma
sahte peygamberlere minder oldu bedenim
kılıcınla oyalanma
istersen tekrar ye(nile)nip geleyim
kalışımla öldüreyim seni
ya da ölümler yorulsun da
sen yol almakla kurtul!
benim ruhum derde çıktı
sen hala kılıcını bile dur...
bir hışımla öldüm derinden de
kurtuldum envai çeşit derimden
bana bu zalim çelmeyi takan
işte şu
soysuzluk darağacında neşeyle sallanan
sen kızgınlıkla boyanma
al kan-kızıl her yerimde meyvelerim
açtı, dökülüverdi hemen çiçeklerim de
sen bir tek orak değdiremedin...
dipdiri, dimdik kocadı bedenim ama
ruhum pelte çıktı
çıkamadı yoluna kalkanının, miğferinin
vuramadı boynunu, deşemedi düşman koynunu
ruhum perte çıktı
geç kaldın biraz, sağlığında göremedin
bağrı açıktı bağırana
sesi azıcık fazla çıktı...
boşa kılıcına davranma
sahte peygamberlere minder oldu bedenim
kılıcınla oyalanma
istersen tekrar ye(nile)nip geleyim
kalışımla öldüreyim seni
ya da ölümler yorulsun da
sen yol almakla kurtul!
benim ruhum derde çıktı
sen hala kılıcını bile dur...
bir hışımla öldüm derinden de
kurtuldum envai çeşit derimden
bana bu zalim çelmeyi takan
işte şu
soysuzluk darağacında neşeyle sallanan
sen kızgınlıkla boyanma
al kan-kızıl her yerimde meyvelerim
açtı, dökülüverdi hemen çiçeklerim de
sen bir tek orak değdiremedin...
dipdiri, dimdik kocadı bedenim ama
ruhum pelte çıktı
çıkamadı yoluna kalkanının, miğferinin
vuramadı boynunu, deşemedi düşman koynunu
ruhum perte çıktı
geç kaldın biraz, sağlığında göremedin
bağrı açıktı bağırana
sesi azıcık fazla çıktı...
MEMNUNDUM AYNALARIMDAN
Hani bir gün yalnızdım
ve memnundum aynalarımdan
bir göz oda korurdu beni
insanların kirli gözlerinden
dışarısı soğuktu hani
kıpkırmızıydın kapıyı açtığımda
ve memnundum açmalarımdan
konuştuk saatlerce
saatlere inanmadan
gözlerindeki acıları
avucuma dökmüştün ya
çok kez ıslanmıştı ellerim
ve memnundum ağlamalarından...
ve memnundum aynalarımdan
bir göz oda korurdu beni
insanların kirli gözlerinden
dışarısı soğuktu hani
kıpkırmızıydın kapıyı açtığımda
ve memnundum açmalarımdan
konuştuk saatlerce
saatlere inanmadan
gözlerindeki acıları
avucuma dökmüştün ya
çok kez ıslanmıştı ellerim
ve memnundum ağlamalarından...
BİR VARMIŞ PİR YOKMUŞ
Bir varmış kim yokmuş
ödün patlarmış bir bilsen
ölüm bende çokmuş
ödün vermiş lakin ömürlerim
öfkem mi vurmuş, sızlıyormuş bedenim
önem mi vermemiş kayıtsız(mış) kimselerim
ben varmış ben yokmuş
herkeslerleymiş hiçbir şeylerim
hır varmış, hırka yokmuş
us varmış, usta yokmuş
hor varmış, har vurulurmuş
yokluk varmış, yok yokmuş
riya çokmuş efendim
yok, kötü rüya yokmuş
yel mi almış ne varsa bende bana
yara mı olmuş, yara düşüp özlerim
ÖL varmış, üzüm yokmuş
can bakmış cennet yokmuş
ÜZ varmış, her-demimde güz varmış
göz varmış, gönül bolmuş
amma aş yokmuş, aşık yokmuş
al varmış masal çokmuş
neylersin hep bir varmış, bir yokmuş...
ödün patlarmış bir bilsen
ölüm bende çokmuş
ödün vermiş lakin ömürlerim
öfkem mi vurmuş, sızlıyormuş bedenim
önem mi vermemiş kayıtsız(mış) kimselerim
ben varmış ben yokmuş
herkeslerleymiş hiçbir şeylerim
hır varmış, hırka yokmuş
us varmış, usta yokmuş
hor varmış, har vurulurmuş
yokluk varmış, yok yokmuş
riya çokmuş efendim
yok, kötü rüya yokmuş
yel mi almış ne varsa bende bana
yara mı olmuş, yara düşüp özlerim
ÖL varmış, üzüm yokmuş
can bakmış cennet yokmuş
ÜZ varmış, her-demimde güz varmış
göz varmış, gönül bolmuş
amma aş yokmuş, aşık yokmuş
al varmış masal çokmuş
neylersin hep bir varmış, bir yokmuş...
SHAKESPEARE’E PABUCUNU TERS GİYDİREN ŞİYİR
Kadehte kabuk bağlayan
ansızın terk ediveren kan
-o namert kadife çamaşır-
bıçak sırtına bulaşmış da
darbeler indirmiş birer birer
aşk acısıyla savaşır...
ansızın terk ediveren kan
-o namert kadife çamaşır-
bıçak sırtına bulaşmış da
darbeler indirmiş birer birer
aşk acısıyla savaşır...
2. EL RUH
İçenlerin anlattığı enteresan hikayelerdendi
ilkyardım bekleyen
ikinci el ruhumun çektikleri senden...
biliyorum bana ait değildi
lekeliydi, tam oturmuyordu üzerime
kokusu kederlice bir başkasından sinen
ama sirenlerle acile bırakmak da
dediğin gibi işi çözmedi
refakat etmem gerekiyordu
çünkü henüz rüştünü ispat etmemişti
sonra hazin bir şarkının
izbesinde buldun onunla beni
demek şark hizmetim daha bitmemişti...
dinleyenlerin alay ettiği
küçük düşürücü hikayelerdendi
ilkyardım bekleyen
ikinci el ruhumun ayrılmak istemeyişi benden...
biliyorum bana ait değildin
ütüsüzdüm, yıpranmıştı sözler üzerimde
ama sözler almak da
dediğim gibi işi çözmedi
sadakat görmem gerekiyordu
çünkü henüz büstünü imha etmemiştim
haris bir sancının
ilçesinde buldum başkasıyla sonra seni
demek şahit olmam henüz bitmemişti
deneyenlerin ağladığı
değişmeyen buruk hikayelerdendi
ilkyardım bekleyen
ikinci el ruhumun yitip gidişi neden...
ilkyardım bekleyen
ikinci el ruhumun çektikleri senden...
biliyorum bana ait değildi
lekeliydi, tam oturmuyordu üzerime
kokusu kederlice bir başkasından sinen
ama sirenlerle acile bırakmak da
dediğin gibi işi çözmedi
refakat etmem gerekiyordu
çünkü henüz rüştünü ispat etmemişti
sonra hazin bir şarkının
izbesinde buldun onunla beni
demek şark hizmetim daha bitmemişti...
dinleyenlerin alay ettiği
küçük düşürücü hikayelerdendi
ilkyardım bekleyen
ikinci el ruhumun ayrılmak istemeyişi benden...
biliyorum bana ait değildin
ütüsüzdüm, yıpranmıştı sözler üzerimde
ama sözler almak da
dediğim gibi işi çözmedi
sadakat görmem gerekiyordu
çünkü henüz büstünü imha etmemiştim
haris bir sancının
ilçesinde buldum başkasıyla sonra seni
demek şahit olmam henüz bitmemişti
deneyenlerin ağladığı
değişmeyen buruk hikayelerdendi
ilkyardım bekleyen
ikinci el ruhumun yitip gidişi neden...
BAZEN
Çiçekler kokusunu unutur-muş
bari sen unutma
bil ki un ufak olur bir adam
ufacık tefecik mahzeninde yüreğin
bazen bir çığlıkla uyunur...
çığlıklıdır ağlamanın sessizliği
ve yine sessizlikte bazen
avunulur...
hıçkırmaktadır yaşamın nefessizliği
karşı koymak DUVAR’lıdır
kime tekamül eder enfes güneşler bilmem
varolmak kiminledir...
sen sakin sularda yüz-git
çırpınmak benimle
ölmemek elimdedir
hangi kavganın zaferini tutarsan sürer
ölüm seninle
ömür hep benimledir
seninle gelir üzünç, yenilgi ve keder
alkışlar sevincedir...
şarkın bilinmez, türkün okunmaz
herkes bilir ağıdın yok
ama gece-gündüz emrindedir
bir tek kahkahan hatırlanmaz
gözyaşın içindedir
içincedir gözyaşın
-ki bir bilmece-
bir aşılmaz, örtülmez hal
çırılçıplak sana bakar da aynada
sırlar her zaman seninledir...
SEN yaşamın derin sırrı
ayyuka çıkan hazzı
sadece denedim ben
kendime yetebilecek miyim?
yoksa keskin deneyimden başka nedir
tuz-buz olan gözyaşlarıyla
binbir sırlı AYNA ben
GÜZELLİK hep seninledir...
bari sen unutma
bil ki un ufak olur bir adam
ufacık tefecik mahzeninde yüreğin
bazen bir çığlıkla uyunur...
çığlıklıdır ağlamanın sessizliği
ve yine sessizlikte bazen
avunulur...
hıçkırmaktadır yaşamın nefessizliği
karşı koymak DUVAR’lıdır
kime tekamül eder enfes güneşler bilmem
varolmak kiminledir...
sen sakin sularda yüz-git
çırpınmak benimle
ölmemek elimdedir
hangi kavganın zaferini tutarsan sürer
ölüm seninle
ömür hep benimledir
seninle gelir üzünç, yenilgi ve keder
alkışlar sevincedir...
şarkın bilinmez, türkün okunmaz
herkes bilir ağıdın yok
ama gece-gündüz emrindedir
bir tek kahkahan hatırlanmaz
gözyaşın içindedir
içincedir gözyaşın
-ki bir bilmece-
bir aşılmaz, örtülmez hal
çırılçıplak sana bakar da aynada
sırlar her zaman seninledir...
SEN yaşamın derin sırrı
ayyuka çıkan hazzı
sadece denedim ben
kendime yetebilecek miyim?
yoksa keskin deneyimden başka nedir
tuz-buz olan gözyaşlarıyla
binbir sırlı AYNA ben
GÜZELLİK hep seninledir...
ÖYLE BİR ADAM
Bir adamın güne gelişi öyleydi ki
uzunca bir törendi hatırlıyorum
güne el verişi öyleydi ki...
bir yağmur damlasının bir yapraktan
diğerine düşüşü kadar kısa
kulaklarımdaki çığlık
attığı öyle bir çığlıktı ki...
öyle bir müzikti ki
bir kadından diğerine geçişi
o teller üzerinde yürüyerek
sözlerin odama gelişi öyleydi ki...
yalnızlığın büyüsüyle gülümseyişi
anlatacaklarının en büyüğüyle
kalan her şeyi öyle bir küçümseyişi vardı ki...
adamın gözünde
saklı kalmış öyle virgüller vardı ki
ve susmadan konuşacak öyle şeyi kulaklarımda
bir isme seslenişi
güneşe dönen çiçekler gibi
açacak her şeyi öyle bir bekleyişi vardı ki...
avını sabırla bekleyen hayvanlar gibi
ölümün öyle bir ağız açışı vardı ki
ve ağır ağır onu çağırışı...
ahh adamın öyle bir gidişi vardı ki
hasat zamanındaki bitkiler gibi
öyle bir bel verişi
çok sene önce
öyle bir zaman
ve bir adamın yenilişi
gene de
ölüme öyle bir el verişi vardı ki...
uzunca bir törendi hatırlıyorum
güne el verişi öyleydi ki...
bir yağmur damlasının bir yapraktan
diğerine düşüşü kadar kısa
kulaklarımdaki çığlık
attığı öyle bir çığlıktı ki...
öyle bir müzikti ki
bir kadından diğerine geçişi
o teller üzerinde yürüyerek
sözlerin odama gelişi öyleydi ki...
yalnızlığın büyüsüyle gülümseyişi
anlatacaklarının en büyüğüyle
kalan her şeyi öyle bir küçümseyişi vardı ki...
adamın gözünde
saklı kalmış öyle virgüller vardı ki
ve susmadan konuşacak öyle şeyi kulaklarımda
bir isme seslenişi
güneşe dönen çiçekler gibi
açacak her şeyi öyle bir bekleyişi vardı ki...
avını sabırla bekleyen hayvanlar gibi
ölümün öyle bir ağız açışı vardı ki
ve ağır ağır onu çağırışı...
ahh adamın öyle bir gidişi vardı ki
hasat zamanındaki bitkiler gibi
öyle bir bel verişi
çok sene önce
öyle bir zaman
ve bir adamın yenilişi
gene de
ölüme öyle bir el verişi vardı ki...
DEĞİRMEN
Gümüş yağmurlar yağdı dizelerime
bu güne kadar
dizlerim sarhoş denizlerde
deriye batırılmış iğneler gibi
deniz allı-pullu bu gün
-biliyorum- değirmende taşın sıcağı
gene binlerce kere döndü durdu
tüm günün kap kaçağı tıka basa dolu
erimiş gitmiş rüzgara karşı bulutlar
gümüş uzak
bu namahrem köyde değirmenlerde altın sıcak
gökyüzünün midesinde bereket tanrısı
kuyuların dudakları çatlak
bulutların kusmasını bekliyor şu yaşlı çiftçi
annesinin kızamadığı deniz tutmuş bir çocuk gibi..
.
toprak gözyaşlarıyla besleniyor ne zamandır
her gün binlerce damla
bir çiftçi için tüm emekler
kavrulmuş gitmiş kurakla
kuyuların dudakları çatlak
gümüş yağmurlar yağmadı henüz dizlerime
dizlerim sarhoş denizlerde
deniz allı-pullu bu gün
bekliyorum...
bu güne kadar
dizlerim sarhoş denizlerde
deriye batırılmış iğneler gibi
deniz allı-pullu bu gün
-biliyorum- değirmende taşın sıcağı
gene binlerce kere döndü durdu
tüm günün kap kaçağı tıka basa dolu
erimiş gitmiş rüzgara karşı bulutlar
gümüş uzak
bu namahrem köyde değirmenlerde altın sıcak
gökyüzünün midesinde bereket tanrısı
kuyuların dudakları çatlak
bulutların kusmasını bekliyor şu yaşlı çiftçi
annesinin kızamadığı deniz tutmuş bir çocuk gibi..
.
toprak gözyaşlarıyla besleniyor ne zamandır
her gün binlerce damla
bir çiftçi için tüm emekler
kavrulmuş gitmiş kurakla
kuyuların dudakları çatlak
gümüş yağmurlar yağmadı henüz dizlerime
dizlerim sarhoş denizlerde
deniz allı-pullu bu gün
bekliyorum...
İNTİHAR
Bir şehir iki gökkuşağı taşır
taşıtlar geçer üzerinden
altından geceler yaslanır kamburuna
insanlar geçer altından
kimler denedi
kimler umut etti
bu şehirde gökkuşağı delinir
bağırır gece
bu şiirde geceler delidir
atılır yaşamlar denizlere
kollarını açar kara çarşaflı deniz
boşluk
-öleceğimi söylemiştiniz-
bu şehirde gökkuşağı delinir
çığlık atar korkuluk
bu şiirde geceler delidir...
taşıtlar geçer üzerinden
altından geceler yaslanır kamburuna
insanlar geçer altından
kimler denedi
kimler umut etti
bu şehirde gökkuşağı delinir
bağırır gece
bu şiirde geceler delidir
atılır yaşamlar denizlere
kollarını açar kara çarşaflı deniz
boşluk
-öleceğimi söylemiştiniz-
bu şehirde gökkuşağı delinir
çığlık atar korkuluk
bu şiirde geceler delidir...
PAZAR ANNELERİ
Okunan sayfalarda
kendi tenini arayanlar var
arar gibi bir anne kayıp çocuğunu
yazdığı mısralarda
gördüm evet, onu cüzdanına koyup
naylonunu okşayanlar var
ve bir fotoğrafı
heykel gibi ağırlaştırarak
yüreğini sıkıştıranlar...
onlarca yürekte onlarca insanın
gülümsemesi kalmış
ve her ana tonlarca şiir kitabı almış
bakıyorlar o ana
her uyakta, uyumayanları anımsayarak
uyumayarak
biriktirmekte onlar dizeleri
gözyaşları her sayfaya düşerken
ve dövmekteler hala dizlerini
ister ağla, ister delir
birer dövme gibi yüzleri
ama tava gelmeden demir
kor halde akıp gider örsün üzerinden
duvar resimleri gibi kalıcı ama silik
yüzyıllara direnen yazıtlar
oluşturmak üzere
ve kutsal kitaplar gibi dimdik
ayakta kalacağını umar
her çocuk bilmez
yaşam bir şiirdir
insan hiçbir şey yazamasa
kendi kaderini yazar...
kendi tenini arayanlar var
arar gibi bir anne kayıp çocuğunu
yazdığı mısralarda
gördüm evet, onu cüzdanına koyup
naylonunu okşayanlar var
ve bir fotoğrafı
heykel gibi ağırlaştırarak
yüreğini sıkıştıranlar...
onlarca yürekte onlarca insanın
gülümsemesi kalmış
ve her ana tonlarca şiir kitabı almış
bakıyorlar o ana
her uyakta, uyumayanları anımsayarak
uyumayarak
biriktirmekte onlar dizeleri
gözyaşları her sayfaya düşerken
ve dövmekteler hala dizlerini
ister ağla, ister delir
birer dövme gibi yüzleri
ama tava gelmeden demir
kor halde akıp gider örsün üzerinden
duvar resimleri gibi kalıcı ama silik
yüzyıllara direnen yazıtlar
oluşturmak üzere
ve kutsal kitaplar gibi dimdik
ayakta kalacağını umar
her çocuk bilmez
yaşam bir şiirdir
insan hiçbir şey yazamasa
kendi kaderini yazar...
TAVIR
Aşkın kapısı çalınmaz
kırıp içeri girilir
beklenmez
aşk dilenmez sokaklarda
sırta inen bir bıçaktır ki
asla bilenmez
kan yapar aşk
can yakar
ağlayanı sever
ağlayamaz...
kırıp içeri girilir
beklenmez
aşk dilenmez sokaklarda
sırta inen bir bıçaktır ki
asla bilenmez
kan yapar aşk
can yakar
ağlayanı sever
ağlayamaz...
TELEFON
Demek seni niye aramadığımı soruyorsun
nedenini gerçekten duymak istiyor musun?
peki söyleyeyim; çünkü seni çok özledim
ve ne saçma kaybetmediğim şeyi aramak
bu yüzden sesini duymak zor geliyor
ve bu yüzden gene duymamak
acı duymamak, pişmanlık duymamak, sağır olmak
görmemek artık ana rahmindeki gibi değil
söylemeliyim
sonradan kör olmak
belki bir deyim -iki gözü kor almak-
dilenmek, senin kapının önünde ağlayarak
ve verdiğin bozuk paralarda
sevgililerinin kabartmaları olduğunu
anlayarak yaşamak
yaşamamak da artık anlamlı ne yazık
dalga geçercesine birbirimizin
bileklerini kestiğimiz günler gibi değil ortalık
ve gülüm, sevişirken ter kokusu duymamak için
tüpü sonuna değin açmamız kadar
eğlenceli değil artık ölüm...
ona dokunmak heybetli gelmiyor
dokunamamak gurur kırıcı değil
her telefonda bana söylediklerin kadar
demek sana niye uğramadığımı soruyorsun
ama uğrak yeri olmuş bir yürekten
korktuğumu bilmiyorsun
ve biliyorsun korkmadığımı
tüm hezeyanlarına rağmen
seni tekrar görmekten
ve gömmekten bahsetmiyorum anıları
ağlayarak kaçar gibi yatak odasından
gördüğümde annemle babamı sevişirken...
nedenini gerçekten duymak istiyor musun?
peki söyleyeyim; çünkü seni çok özledim
ve ne saçma kaybetmediğim şeyi aramak
bu yüzden sesini duymak zor geliyor
ve bu yüzden gene duymamak
acı duymamak, pişmanlık duymamak, sağır olmak
görmemek artık ana rahmindeki gibi değil
söylemeliyim
sonradan kör olmak
belki bir deyim -iki gözü kor almak-
dilenmek, senin kapının önünde ağlayarak
ve verdiğin bozuk paralarda
sevgililerinin kabartmaları olduğunu
anlayarak yaşamak
yaşamamak da artık anlamlı ne yazık
dalga geçercesine birbirimizin
bileklerini kestiğimiz günler gibi değil ortalık
ve gülüm, sevişirken ter kokusu duymamak için
tüpü sonuna değin açmamız kadar
eğlenceli değil artık ölüm...
ona dokunmak heybetli gelmiyor
dokunamamak gurur kırıcı değil
her telefonda bana söylediklerin kadar
demek sana niye uğramadığımı soruyorsun
ama uğrak yeri olmuş bir yürekten
korktuğumu bilmiyorsun
ve biliyorsun korkmadığımı
tüm hezeyanlarına rağmen
seni tekrar görmekten
ve gömmekten bahsetmiyorum anıları
ağlayarak kaçar gibi yatak odasından
gördüğümde annemle babamı sevişirken...
NE BU HALLER
Toprağın çatlamış dudaklarına
yağmur yağıyor şimdi bahardan ötürü
kokusunu bir sevgili gibi ne kadar özlemişim
uzun zaman olmuş, dudaklarımda şarap
gözlerimde hüznümle beklemişim
yağmurun elimden tutuşuyla
beni o eski nehir kenarına götürmesini
ve onun ıslak saçlarını
parmaklarımla taramayı ne de sevmişim
o günlerde kaldı, alabalıkların birer kukla gibi
avucumun altında dans edişini bilmeyişim
ve o günlerde bir balığın nefesi için
yağmuru gözleyişim
biz buralarda toprakla içerdik şarabı
onun kambur testisinin sırtında taşınırdı
bir koca kış boyunca şarap
o şarap ki
yağmurda toprağın akıttığı kan
nice salkımlardan güç alan
birer savaşçı edasıyla dağıttığımız kan
toprağın çatlamış dudaklarına sordum
nedir ki usul usul fısıldayan
dedi ‘yağmur yağmaladı şimdi, güzden ötürü yaprakları’
ganimetini bir hazine gibi ne kadar beklemişim...
yağmur yağıyor şimdi bahardan ötürü
kokusunu bir sevgili gibi ne kadar özlemişim
uzun zaman olmuş, dudaklarımda şarap
gözlerimde hüznümle beklemişim
yağmurun elimden tutuşuyla
beni o eski nehir kenarına götürmesini
ve onun ıslak saçlarını
parmaklarımla taramayı ne de sevmişim
o günlerde kaldı, alabalıkların birer kukla gibi
avucumun altında dans edişini bilmeyişim
ve o günlerde bir balığın nefesi için
yağmuru gözleyişim
biz buralarda toprakla içerdik şarabı
onun kambur testisinin sırtında taşınırdı
bir koca kış boyunca şarap
o şarap ki
yağmurda toprağın akıttığı kan
nice salkımlardan güç alan
birer savaşçı edasıyla dağıttığımız kan
toprağın çatlamış dudaklarına sordum
nedir ki usul usul fısıldayan
dedi ‘yağmur yağmaladı şimdi, güzden ötürü yaprakları’
ganimetini bir hazine gibi ne kadar beklemişim...
MEKTUP
Arkadaşım yine başın belada demek
seninle nasıl dost olduğumuzu hatırlamıyorum
gene de bu çağrı
çok uzun yollardan sana gelmek demek
yanına geliyorum yağmurla kar arası
sadece yalnız kaldığında beni hatırladığını bilerek
bir laf arasında mı kandırmıştın yoksa
beni sevdiğini söyleyerek
arkadaşım az kaldı bekle, yağmur henüz dindi
ve ben kar yağmadan geliyorum
adresini yazmamışsın ama olsun
hangi şehirde olduğunu biliyorum
artık kar yağmayan bir şehir değil mi
acaba bu şehirde mi tanışmıştık
arkadaşım yine zamanında yetişemedim demek
boynun bükük ağlıyorsun
paylıyorsun seni önemsemediğimi düşünerek
çok uzun yoldan geldim biliyorsun
yağmur da yağıyordu inadına
tanıştığımız o gün de
yağmurlu bir gün müydü bunun gibi
titriyordun sanırım, sarılmıştım tenine
arkadaşım doğru mu hatırladıklarım
söylesene kartopu oynadık mı hiç seninle...
seninle nasıl dost olduğumuzu hatırlamıyorum
gene de bu çağrı
çok uzun yollardan sana gelmek demek
yanına geliyorum yağmurla kar arası
sadece yalnız kaldığında beni hatırladığını bilerek
bir laf arasında mı kandırmıştın yoksa
beni sevdiğini söyleyerek
arkadaşım az kaldı bekle, yağmur henüz dindi
ve ben kar yağmadan geliyorum
adresini yazmamışsın ama olsun
hangi şehirde olduğunu biliyorum
artık kar yağmayan bir şehir değil mi
acaba bu şehirde mi tanışmıştık
arkadaşım yine zamanında yetişemedim demek
boynun bükük ağlıyorsun
paylıyorsun seni önemsemediğimi düşünerek
çok uzun yoldan geldim biliyorsun
yağmur da yağıyordu inadına
tanıştığımız o gün de
yağmurlu bir gün müydü bunun gibi
titriyordun sanırım, sarılmıştım tenine
arkadaşım doğru mu hatırladıklarım
söylesene kartopu oynadık mı hiç seninle...
TANK, BALTA, BIÇAK
Kaç tank paleti altında kaldı
deniz kabuklarının sesi
ve kaç tank altına aldı
altın aldı
keserek nefesimizi
katleder gibi bir bıçakla
bir kurbanlığın kalın öfkesini
ve sonra avuç açan kaç ele
çiviler çakıldı
ket vurur gibi bir sele
bir çarmıh üzerinde
kaç yiğit tütsülerle yakıldı
konuşan her ağıza inen bıçak
keşfeder gibi saklanacak bir mağarayı
izleyerek ayı birkaç kaçak
ve der gibi her ağız ‘Dayan’
dinleyen deniz kabuklarını öper gibi
yağız delikanlılara kızlığını verirken
inleyen kızlar gibi
kan revan içinde kanayan
ter içinde emekçi mısralar gibi
bağırıyorlar her yandan ‘Dayan’
duyan her kulak
papatya yaprakları gibi döküldü baharda
fısıldaşıyordu nasıl da
baltayla kara cübbeli cellat
ve konuşan her dil
çelik bir mil gibi yuvasından söküldü
kaç tank paleti altında kaldı
deniz kabuklarının sesi
ve kaç tank altına aldı
altın aldı
keserek nefesimizi
katleder gibi bir bıçakla
bir kurbanlığın kalın öfkesini
ve gören kaç göz acımasızca
oyuldu yuvalarından
-ki anlattıklarım doğrudur
sıyırır gibi bir obur kazanın kalanını
ve ovar gibi herkes bir boşluğu şimdi
dağıtmak için korkunç rüyalarını...
deniz kabuklarının sesi
ve kaç tank altına aldı
altın aldı
keserek nefesimizi
katleder gibi bir bıçakla
bir kurbanlığın kalın öfkesini
ve sonra avuç açan kaç ele
çiviler çakıldı
ket vurur gibi bir sele
bir çarmıh üzerinde
kaç yiğit tütsülerle yakıldı
konuşan her ağıza inen bıçak
keşfeder gibi saklanacak bir mağarayı
izleyerek ayı birkaç kaçak
ve der gibi her ağız ‘Dayan’
dinleyen deniz kabuklarını öper gibi
yağız delikanlılara kızlığını verirken
inleyen kızlar gibi
kan revan içinde kanayan
ter içinde emekçi mısralar gibi
bağırıyorlar her yandan ‘Dayan’
duyan her kulak
papatya yaprakları gibi döküldü baharda
fısıldaşıyordu nasıl da
baltayla kara cübbeli cellat
ve konuşan her dil
çelik bir mil gibi yuvasından söküldü
kaç tank paleti altında kaldı
deniz kabuklarının sesi
ve kaç tank altına aldı
altın aldı
keserek nefesimizi
katleder gibi bir bıçakla
bir kurbanlığın kalın öfkesini
ve gören kaç göz acımasızca
oyuldu yuvalarından
-ki anlattıklarım doğrudur
sıyırır gibi bir obur kazanın kalanını
ve ovar gibi herkes bir boşluğu şimdi
dağıtmak için korkunç rüyalarını...
YAPRAK
Rüzgardaki güç
evet
rüzgardaki güç beni yücelten
bendeki göç
bedenimdeki övünç bu arzuya gem vuramayan
ahh, anlamak güç...
Yağmurdaki haz
evet, yağmurdaki haz beni faka bastıran
ve batıran yerin dibine
toprağı dudağından öptüren
bendeki naz
tepemdeki yaz bu buluta yol veren
güneşteki imtiyaz...
Denizdeki nefes
evet, derindeki ses beni kutsayan
ve davet eden gözyaşlarına
ağlamanın güzelliğini hatırlatan
bendeki giz
içimdeki tiz mavi çığlık bu ağıta söz yazan
damarlarımdaki biz...
evet
rüzgardaki güç beni yücelten
bendeki göç
bedenimdeki övünç bu arzuya gem vuramayan
ahh, anlamak güç...
Yağmurdaki haz
evet, yağmurdaki haz beni faka bastıran
ve batıran yerin dibine
toprağı dudağından öptüren
bendeki naz
tepemdeki yaz bu buluta yol veren
güneşteki imtiyaz...
Denizdeki nefes
evet, derindeki ses beni kutsayan
ve davet eden gözyaşlarına
ağlamanın güzelliğini hatırlatan
bendeki giz
içimdeki tiz mavi çığlık bu ağıta söz yazan
damarlarımdaki biz...
NEDEN SEN İLE BEN BİZ DEĞİLDİK
Neredeyiz biz
nerede başlıyor ve NEDEN bu kayboluşumuz
garip değil mi
hep bir boşluk içerisindeyken
birbirimize kaydoluşumuz
ne zamandır borçluyuz yüzümüzü
yönümüzü kimden ödünç aldık biliyor muyuz
SEN İLE BEN arasında tenhalarda mı kaldık
puslu mu hala eşsiz gülüşümüz
nasıl da sevebildik hep
mıknatıssızdı daima ellerimiz
demek yer yer kabasını aldık ruhumuzun
ama asla beraber arınamadık
peki ilk önce kim kimde kaybetti kendini
kim kendini kaybetti de sözler verdi
-ait oluşumuz harika olacak-tı bizim
BİZ’ im böyle değildi ki benim!
biz böyle DEĞİLDİK
ipin ucu nerede kaçtı
iz bulmada ben mi sonuçsuzdum
yoksa ipuçların mı yoktu hiç senin
parmak izlerini hiçbir yerimde bulamadım
defalarca seviştik
sen nedenini bilmedin...
nerede başlıyor ve NEDEN bu kayboluşumuz
garip değil mi
hep bir boşluk içerisindeyken
birbirimize kaydoluşumuz
ne zamandır borçluyuz yüzümüzü
yönümüzü kimden ödünç aldık biliyor muyuz
SEN İLE BEN arasında tenhalarda mı kaldık
puslu mu hala eşsiz gülüşümüz
nasıl da sevebildik hep
mıknatıssızdı daima ellerimiz
demek yer yer kabasını aldık ruhumuzun
ama asla beraber arınamadık
peki ilk önce kim kimde kaybetti kendini
kim kendini kaybetti de sözler verdi
-ait oluşumuz harika olacak-tı bizim
BİZ’ im böyle değildi ki benim!
biz böyle DEĞİLDİK
ipin ucu nerede kaçtı
iz bulmada ben mi sonuçsuzdum
yoksa ipuçların mı yoktu hiç senin
parmak izlerini hiçbir yerimde bulamadım
defalarca seviştik
sen nedenini bilmedin...
SİRK
Sandım beni seviyor
sandım gidiyorum çok uzaklara
dedim ki ‘Herkes beni terk ediyor
bari onun yolu kısa bu pabuçlarla’
niye verdim pecmurde yüreğimi
-hiç bilmem-
bir palyaçonun yolu biter mi?
o hep yürüdü bana varmadan
önce ağlattı benden söz ederek
sonra herkesi güldürdü
güllerini derdi gitti
kayboluşuma bakmadan
onun düşlerini kurdum
düşünüp durdum
‘Niye yüreğimi verdim’
bir palyaçonun evine hırsız girer mi?
sandım gençlik hülyası önce
sandım yollar biter
kolay olsa ayak izlerine dalıp gitmezdim
niye tüm sırlarımdı, derdim
kör parmaklıklar hiç ‘Ehlileşmiş’ der mi?
vahşi bir hayvan gibi kin tutmadım ben de
7 kat çeliğin içindeyken yüreğim
üzer mi her an göğsümde patlayan acı
çığlık atsam kar eder mi?
duydum ki toz tutmuş kırbacı
vaz geçmek öfke mi, keder mi?
onun sıcak kalbini almak isterken
birden bire
neden ellerimle ona yüreğimi verdim?
bir hayvan terbiyecisinin evine hırsız girer mi?
yanılmıştım oysa
sevdiğini sanarak
nasıl da aldattı gitti
yok oluverdi bir anda
türlü numaralarına inandırarak
demek masallar doğruymuş
herkes bir varmış, bir yokmuş...
sandım beni seviyor
sandım yalnız da okunur masallar
hiç ‘Bekle beni’ diye
bir masal biter mi?
şimdi gidiyorum çok uzaklara
ve hala bilmiyorum
‘Ona niye yüreğimi verdim?’
bir hokkabazın evine hırsız girer mi?
sandım gidiyorum çok uzaklara
dedim ki ‘Herkes beni terk ediyor
bari onun yolu kısa bu pabuçlarla’
niye verdim pecmurde yüreğimi
-hiç bilmem-
bir palyaçonun yolu biter mi?
o hep yürüdü bana varmadan
önce ağlattı benden söz ederek
sonra herkesi güldürdü
güllerini derdi gitti
kayboluşuma bakmadan
onun düşlerini kurdum
düşünüp durdum
‘Niye yüreğimi verdim’
bir palyaçonun evine hırsız girer mi?
sandım gençlik hülyası önce
sandım yollar biter
kolay olsa ayak izlerine dalıp gitmezdim
niye tüm sırlarımdı, derdim
kör parmaklıklar hiç ‘Ehlileşmiş’ der mi?
vahşi bir hayvan gibi kin tutmadım ben de
7 kat çeliğin içindeyken yüreğim
üzer mi her an göğsümde patlayan acı
çığlık atsam kar eder mi?
duydum ki toz tutmuş kırbacı
vaz geçmek öfke mi, keder mi?
onun sıcak kalbini almak isterken
birden bire
neden ellerimle ona yüreğimi verdim?
bir hayvan terbiyecisinin evine hırsız girer mi?
yanılmıştım oysa
sevdiğini sanarak
nasıl da aldattı gitti
yok oluverdi bir anda
türlü numaralarına inandırarak
demek masallar doğruymuş
herkes bir varmış, bir yokmuş...
sandım beni seviyor
sandım yalnız da okunur masallar
hiç ‘Bekle beni’ diye
bir masal biter mi?
şimdi gidiyorum çok uzaklara
ve hala bilmiyorum
‘Ona niye yüreğimi verdim?’
bir hokkabazın evine hırsız girer mi?
SON SÖZ
Bir gün bizi unuttunuz
anısız da sevebileceğimizi
anladık böylece
önceleri SİZ, SEN’di
ben her şeyimle kimse-sizken
sonra bir gün ağladım sensiz
ansızın anladım kim olduğunu
gene SEN, SİZ
derin uykulu yastıklarda
içimdeki kuş-tüyünün kin olduğunu...
bir gün bizi unuttunuz
haykırmayı unuttum ben de ağlarken sessiz
yalnızlık siz
karanlık sis
ses siz
tüküremedim kırılganlığı ağzımdan
cam parçaları gibi
ağladım
kanadım hep can parçaları gibi...
anısız da sevebileceğimizi
anladık böylece
önceleri SİZ, SEN’di
ben her şeyimle kimse-sizken
sonra bir gün ağladım sensiz
ansızın anladım kim olduğunu
gene SEN, SİZ
derin uykulu yastıklarda
içimdeki kuş-tüyünün kin olduğunu...
bir gün bizi unuttunuz
haykırmayı unuttum ben de ağlarken sessiz
yalnızlık siz
karanlık sis
ses siz
tüküremedim kırılganlığı ağzımdan
cam parçaları gibi
ağladım
kanadım hep can parçaları gibi...
UYAKSIZDI YAŞAMIM
Hafifletici bir nedendi
hafif-meşrep bir dünyada
ölmeden önce mazlum olmak
manzum hikayeler gibi olabilirdi
benim de herkes gibi yaşamım
ama uyaksızlığı seçmiştim nedense hayatta
mısraları öylesineydi onların
öylesineydi gene tuzakları
her şeyi önce yalnız yapmıştım
kimseye zarar vermemek için
önceleri yapayalnızdım
sonra baştan aşağı yanlıştım
garip boşluklarda hep baş aşağıydım sanki
beynime kan yürüdüğünde...
beynime kan yürüdüğünde
yürüyordu telkinler ebeveynlerin dillerinde
zarif tenhalara sindim böylece
bence iyiydi ama beğenilmedim
zaten benim de beğenilerine karşı
hafif bir rahatsızlığım vardı
uyaksızdı yaşamım
yaşarken her şey benim
oysa ölünce toprağındı bedenim
ruhumu uçurtma yapmasam da
ruhum olmasa da zifiri gecede el feneri
zaaflarımla alay edilmesini sevmezdim...
oysa ki enteresan meziyetlerim bilinmez
densizliğime mesela kurşun geçmezdi
varoluşta benim bildiğim
kimse kimseye el sürmezdi
asılsızdı bildiklerim
söz sahibi bildiklerim hep akılsızdı
sivrildiğim yegane olay
vurdumduymazlığım oldu yaşamın darbelerine
oysa ki askerleri pek sevmezdim
lakayt günlerimin ardında
elimde kalan hep talandı
öyleyse hırsızlık;
ele avuca sığan somut bir kavram
‘İlahi Adalet’ insafsız bir yalandı
büyük sorgucuların çalınmıştı bilgileri
-olsa dükkan benimdi- elbet!
kumdan kalelerim vardı ki benim
hendeklerinde yengeçler yüzerdi
kimse el süremez
ama ‘BÜYÜ’ deyip geçerdi
asla büyümedi çocukluğum da
oysa ki sadece
beslenme saatinde beslenmezdi
ana-okulunda
arkadaşlarımın anasına sövmeyi öğrendim
baba-ocağında dinamit yerleştirmeyi
zaten fitilli yaşam da bomba gibi hazır
hünerlerimle eşdeğerdi
kabiliyetlerimin ortaya çıkması
daima an meselesiydi
ya ben saatsizdim sürekli
ya da evrenin zamanı derin-dondurucudaydı
zira herkes mayo alırken
bana hep dondurucu kış düşerdi
düşününce baharlar da iki taneydi hani
telli-duvaklıydı GELİN’ ciklerin resmi
gayet açık bir şekilde
yapraklarıma orak değerdi
karşılık olarak bıçaklarımı bileyip
yolunu kesiyordum her düğün arabasının
zarf içerisindeki paraların
mektubunu aramakla geçti ömrüm
yeni doğan cümlelerimin böylece
hep tohumuna para saydım
böyle kurdum basit dünyamın temellerini
bari inşaattan anlasaydım...
hafif-meşrep bir dünyada
ölmeden önce mazlum olmak
manzum hikayeler gibi olabilirdi
benim de herkes gibi yaşamım
ama uyaksızlığı seçmiştim nedense hayatta
mısraları öylesineydi onların
öylesineydi gene tuzakları
her şeyi önce yalnız yapmıştım
kimseye zarar vermemek için
önceleri yapayalnızdım
sonra baştan aşağı yanlıştım
garip boşluklarda hep baş aşağıydım sanki
beynime kan yürüdüğünde...
beynime kan yürüdüğünde
yürüyordu telkinler ebeveynlerin dillerinde
zarif tenhalara sindim böylece
bence iyiydi ama beğenilmedim
zaten benim de beğenilerine karşı
hafif bir rahatsızlığım vardı
uyaksızdı yaşamım
yaşarken her şey benim
oysa ölünce toprağındı bedenim
ruhumu uçurtma yapmasam da
ruhum olmasa da zifiri gecede el feneri
zaaflarımla alay edilmesini sevmezdim...
oysa ki enteresan meziyetlerim bilinmez
densizliğime mesela kurşun geçmezdi
varoluşta benim bildiğim
kimse kimseye el sürmezdi
asılsızdı bildiklerim
söz sahibi bildiklerim hep akılsızdı
sivrildiğim yegane olay
vurdumduymazlığım oldu yaşamın darbelerine
oysa ki askerleri pek sevmezdim
lakayt günlerimin ardında
elimde kalan hep talandı
öyleyse hırsızlık;
ele avuca sığan somut bir kavram
‘İlahi Adalet’ insafsız bir yalandı
büyük sorgucuların çalınmıştı bilgileri
-olsa dükkan benimdi- elbet!
kumdan kalelerim vardı ki benim
hendeklerinde yengeçler yüzerdi
kimse el süremez
ama ‘BÜYÜ’ deyip geçerdi
asla büyümedi çocukluğum da
oysa ki sadece
beslenme saatinde beslenmezdi
ana-okulunda
arkadaşlarımın anasına sövmeyi öğrendim
baba-ocağında dinamit yerleştirmeyi
zaten fitilli yaşam da bomba gibi hazır
hünerlerimle eşdeğerdi
kabiliyetlerimin ortaya çıkması
daima an meselesiydi
ya ben saatsizdim sürekli
ya da evrenin zamanı derin-dondurucudaydı
zira herkes mayo alırken
bana hep dondurucu kış düşerdi
düşününce baharlar da iki taneydi hani
telli-duvaklıydı GELİN’ ciklerin resmi
gayet açık bir şekilde
yapraklarıma orak değerdi
karşılık olarak bıçaklarımı bileyip
yolunu kesiyordum her düğün arabasının
zarf içerisindeki paraların
mektubunu aramakla geçti ömrüm
yeni doğan cümlelerimin böylece
hep tohumuna para saydım
böyle kurdum basit dünyamın temellerini
bari inşaattan anlasaydım...
JESUS CHRIST SUPERSTAR
Ne arar dururmuşum ben herkesin bahçesinde
uykum mu yokmuş hiç
ayaklarım mı çıplakmış bir hatırlasam...
neye yararmış yürümek eğer unutacaksam
un ufak olacak neyim varmış
-su üstünde mi yürümüşüm sanki-
kaçsam kim ararmış boşluktan başka
İsa’ nın da avuçlarına sadaka vermemiş mi ölüm
hatırla!
kızgın çiviler nasıl da parlıyormuş
kopkoyu kanın ortasında
uykularım mı kaçmış benim de
ölmesem şiirimi kim yazarmış
kim kazarmış mezarımı bensiz
sensiz kim ölürmüş
demek ellerime dokunma gelmiş
yüzüme aldanma
ben yalnızlıkta kaybolurken
yollar sana, hep sana gidermiş
ne arar dururmuşum ben
kimsesiz cennet bahçesinde
ölüm mü yokmuş hiç
ellerim mi ıslakmış ah bir hatırlasam...
uykum mu yokmuş hiç
ayaklarım mı çıplakmış bir hatırlasam...
neye yararmış yürümek eğer unutacaksam
un ufak olacak neyim varmış
-su üstünde mi yürümüşüm sanki-
kaçsam kim ararmış boşluktan başka
İsa’ nın da avuçlarına sadaka vermemiş mi ölüm
hatırla!
kızgın çiviler nasıl da parlıyormuş
kopkoyu kanın ortasında
uykularım mı kaçmış benim de
ölmesem şiirimi kim yazarmış
kim kazarmış mezarımı bensiz
sensiz kim ölürmüş
demek ellerime dokunma gelmiş
yüzüme aldanma
ben yalnızlıkta kaybolurken
yollar sana, hep sana gidermiş
ne arar dururmuşum ben
kimsesiz cennet bahçesinde
ölüm mü yokmuş hiç
ellerim mi ıslakmış ah bir hatırlasam...
KÖR-PERDE
Gece gündüzün kör-perdesi mi
tüm bedenimle derlediğim
gündüz gecenin körpe-derisi mi yoksa
üstüne ruhumu sermediğim
ay gözsüz, güneş sözsüz mü ne
sessiz sedasız kalıyorum hep
gördüğüm düşlerde...
gece gündüzün tül-gergefi mi yoksa
hiç el etmediğim
ay üşürmüş, güneş elsiz miymiş ne
çırılçıplak kalıyorum hep
gördüğüm düşlerde...
gece gündüzün sır-germesi mi
aynalarına suretimi değdirdiğim
gündüz gecenin ser vermesi mi yoksa
celladını beklediğim
ay kimsesiz, cellat öfkesiz mi ne
yapayalnız kalıyorum hep, gördüğüm düşlerde...
gece gündüzün kül-kedisi mi
beni içki masalarında yakalayan
gündüz gecenin gül-perisi mi yoksa
gonca günler açan
ay vakitsiz, güneş tarifsiz mi ne
yarı baygın çıkıyorum, girdiğim tüm düşlerden...
tüm bedenimle derlediğim
gündüz gecenin körpe-derisi mi yoksa
üstüne ruhumu sermediğim
ay gözsüz, güneş sözsüz mü ne
sessiz sedasız kalıyorum hep
gördüğüm düşlerde...
gece gündüzün tül-gergefi mi yoksa
hiç el etmediğim
ay üşürmüş, güneş elsiz miymiş ne
çırılçıplak kalıyorum hep
gördüğüm düşlerde...
gece gündüzün sır-germesi mi
aynalarına suretimi değdirdiğim
gündüz gecenin ser vermesi mi yoksa
celladını beklediğim
ay kimsesiz, cellat öfkesiz mi ne
yapayalnız kalıyorum hep, gördüğüm düşlerde...
gece gündüzün kül-kedisi mi
beni içki masalarında yakalayan
gündüz gecenin gül-perisi mi yoksa
gonca günler açan
ay vakitsiz, güneş tarifsiz mi ne
yarı baygın çıkıyorum, girdiğim tüm düşlerden...
ŞİİR KİMSESİZDİR
Ölüm yersiz
hayat gizsiz
kaybetmek sessizdir...
ölüm dirayetini yitirdiğinde
albenisi sızmaz yaşamın
yaşam sadece bir başkadır artık
oysa kaybetmek
kaybetmek hiç mi beklenmedik!
her şey tılsımsızdır
aceledir vakitsizliğin
hem ecele yakındır yakınların
hem de ecel YAKIN’ ındadır artık
senin ölümlerin gibidir diğerleri
ve diğer ölümler gibi yaşamların
peki
değersiz uçurumlarda yaşadık da senle
ölmek hiç mi beklenmedik!
meğer zaman dipsiz
giz bizsizmiş
şiir KİMSE’ sizmiş...
hayat gizsiz
kaybetmek sessizdir...
ölüm dirayetini yitirdiğinde
albenisi sızmaz yaşamın
yaşam sadece bir başkadır artık
oysa kaybetmek
kaybetmek hiç mi beklenmedik!
her şey tılsımsızdır
aceledir vakitsizliğin
hem ecele yakındır yakınların
hem de ecel YAKIN’ ındadır artık
senin ölümlerin gibidir diğerleri
ve diğer ölümler gibi yaşamların
peki
değersiz uçurumlarda yaşadık da senle
ölmek hiç mi beklenmedik!
meğer zaman dipsiz
giz bizsizmiş
şiir KİMSE’ sizmiş...
HER ŞEYİMDEN UZAK
Günlerin serin serin yaşıyorsun
dalıyorsun rüyalara gözlerimden izinsiz
Uyan!
uyan artık kar-beyaz uykulardan!
ayrılmadan önce ikimiz
biliyorsun
‘Mil’ çekti gözlerime ellerin
şimdi her şeyden ne denli uzak görünüyorsun
ellerimiz el ele değil artık
elleri kelepçeli birimiz
ve yüreği kireç hangimiz görüyorsun
şimdi her şeyimden ne de uzak görünüyorsun
övünüyorsun körlüğümden dem vurarak
demek yaşayabildin sen de herkes gibi
nankörlüğü erdem sanarak...
güllerim sende derin derin, saklıyorsun
kokluyorsun anmak istediğin zaman beni izinsiz
Utan!
utan artık yalnızlık korkusundan
terk etmeden henüz beni
biliyorsun
önce ‘Mil’ çekti gözlerime ellerin
sonra sen çektin gittin
şimdi her şeyimden ne denli uzak görünüyorsun...
dalıyorsun rüyalara gözlerimden izinsiz
Uyan!
uyan artık kar-beyaz uykulardan!
ayrılmadan önce ikimiz
biliyorsun
‘Mil’ çekti gözlerime ellerin
şimdi her şeyden ne denli uzak görünüyorsun
ellerimiz el ele değil artık
elleri kelepçeli birimiz
ve yüreği kireç hangimiz görüyorsun
şimdi her şeyimden ne de uzak görünüyorsun
övünüyorsun körlüğümden dem vurarak
demek yaşayabildin sen de herkes gibi
nankörlüğü erdem sanarak...
güllerim sende derin derin, saklıyorsun
kokluyorsun anmak istediğin zaman beni izinsiz
Utan!
utan artık yalnızlık korkusundan
terk etmeden henüz beni
biliyorsun
önce ‘Mil’ çekti gözlerime ellerin
sonra sen çektin gittin
şimdi her şeyimden ne denli uzak görünüyorsun...
BEYOĞLU II
Kaldırımlarda adımlar
süzülen yağmur ve gece
nefes alan sokaklar
rüzgar
solgun çiçeklerle bir çingene yorgun
kaldırımlarda adamlar
ellerinde şehir var
biri kısık sesle yol keser
yemek için para istemeler...
nefes alır sokaklar
tiner
dargın insanlar karşılaşır tedirgin
yağmur diner
yollar değiştirilir
kestirmeler uzar
kaldırımlarda adımlar...
hınca-hınç dolu meyhaneler
cebinde para olanın
dilinde fasıl var
fakat söylenen şarkılar gibi değil gece
ve gecenin pelerinini giydirmiş ne yazık
Azrail
Taksim Parkı’ nda
her yağmurda ölen oluyor bu aralar
devrilmiş boş şişeler gibi soğuğun farkında
kaldırımlarda kardan adamlar
kaldırımlarda adımlar
cam kırıkları da ezer bazen
son nefesini vermiş sokaklar
parklar
kimin hikayesi artık kimin umurunda
ölümün üzerinden geçiyor rugan tanklar
kaldırımlarda kalp-durumlar
kaldırımlarda kan-durumlar
adımlar...
süzülen yağmur ve gece
nefes alan sokaklar
rüzgar
solgun çiçeklerle bir çingene yorgun
kaldırımlarda adamlar
ellerinde şehir var
biri kısık sesle yol keser
yemek için para istemeler...
nefes alır sokaklar
tiner
dargın insanlar karşılaşır tedirgin
yağmur diner
yollar değiştirilir
kestirmeler uzar
kaldırımlarda adımlar...
hınca-hınç dolu meyhaneler
cebinde para olanın
dilinde fasıl var
fakat söylenen şarkılar gibi değil gece
ve gecenin pelerinini giydirmiş ne yazık
Azrail
Taksim Parkı’ nda
her yağmurda ölen oluyor bu aralar
devrilmiş boş şişeler gibi soğuğun farkında
kaldırımlarda kardan adamlar
kaldırımlarda adımlar
cam kırıkları da ezer bazen
son nefesini vermiş sokaklar
parklar
kimin hikayesi artık kimin umurunda
ölümün üzerinden geçiyor rugan tanklar
kaldırımlarda kalp-durumlar
kaldırımlarda kan-durumlar
adımlar...
‘O’ GELDİ
O geldiğinde
hatırla!
azat kuşları uçmuştu hani gözlerinden
ve hafif kelimeler savrulmuştu
sakladığın gizlerinden
nasıl da vurulmuştun!
yorulmuştun
yarı-baygın yelde buldun kendini
sonra ‘O’ geldi!
gelişiyle kanatlara yol verdi
azat kuşları uçtu
sakınarak saçlarından
gece senin uğurundu
tüy ve siyah tanıştılar böylece
tüy mermi kadar sağır
silah ise doluydu
‘O’ söz verdiği gibi geldi
hatırla!
gelmesiyle 1 kurşun sesi geldi, ürktük
gelmeseydi 1000 kuşun sesi giderdi...
hatırla!
azat kuşları uçmuştu hani gözlerinden
ve hafif kelimeler savrulmuştu
sakladığın gizlerinden
nasıl da vurulmuştun!
yorulmuştun
yarı-baygın yelde buldun kendini
sonra ‘O’ geldi!
gelişiyle kanatlara yol verdi
azat kuşları uçtu
sakınarak saçlarından
gece senin uğurundu
tüy ve siyah tanıştılar böylece
tüy mermi kadar sağır
silah ise doluydu
‘O’ söz verdiği gibi geldi
hatırla!
gelmesiyle 1 kurşun sesi geldi, ürktük
gelmeseydi 1000 kuşun sesi giderdi...
SANADIR BU ŞEHİR UZAKLAŞTIĞINDA
Sanadır bu şehir
uzaklaştığında...
terk ettiğinde
sanırsın her şey senden yanadır...
yolun uzunluğu bıraktıklarına
sıkıntısı canadır...
kanamalı bir yaralıdır arabanın ön camı
yağmur döndüğünde bile yağıyordur
zannedersin değişti bu yağmurlu şehir
her şeyin aynı yerde olması
kör ninenden sanadır...
ne o ölmüştür
ne de ölenlerin anısı yaşıyordur
uzaklaştığında çağıran vardır seni
yaklaştığında çığlık atan
sesler hep senden yanadır
yolun uzunluğu sevdiklerine
sıkıntısı canadır...
kanamalı bir hastadır arabanın ön camı
yağmur döndüğünde bile yağıyordur
sanadır bu şehir
uzaklaştığında...
terk ettiğinde
sanırsın her şey artık senden yanadır...
uzaklaştığında...
terk ettiğinde
sanırsın her şey senden yanadır...
yolun uzunluğu bıraktıklarına
sıkıntısı canadır...
kanamalı bir yaralıdır arabanın ön camı
yağmur döndüğünde bile yağıyordur
zannedersin değişti bu yağmurlu şehir
her şeyin aynı yerde olması
kör ninenden sanadır...
ne o ölmüştür
ne de ölenlerin anısı yaşıyordur
uzaklaştığında çağıran vardır seni
yaklaştığında çığlık atan
sesler hep senden yanadır
yolun uzunluğu sevdiklerine
sıkıntısı canadır...
kanamalı bir hastadır arabanın ön camı
yağmur döndüğünde bile yağıyordur
sanadır bu şehir
uzaklaştığında...
terk ettiğinde
sanırsın her şey artık senden yanadır...
KALEM EFENDİSİ
Kalem efendisi
her dem yorgun
asabidir kendisi
iş dönüşü çıkarken yokuşu
nefesi sabırsız
sanırsınız ha yığıldı, ha yığılacak
gözyaşları parke taşları
dar bir yola vurur kendini
ahşap evler unutturur derdini...
Kalem efendisi
her dem yorgunmuş
eskiden de ağrılıymış kendisi
ilk öpüşü çıkarken yokuşu
nefesi sabırsızmış
kız sanmış kalbi durmuş, duracak
kızın gözyaşları imiş
koyun şimdiki boz taşları
boz taşların narına
çok gitmişler o deniz kenarına
deniz her daim hırçın
ak kaşıkmış oysa gökyüzü
ılık güneş çıkarken yokuşu
nefesler sabırsız
sanırlarmış gökyüzü yıkıldı, yıkılacak...
Kalem efendisi
şimdi her daim yalnız
sancılıdır kendisi
iç çekişi çıkarken yokuşu
oyun etmiş ona nabzı
sabırsız
geçmiş hayatının baharı
sere serpe gözlerinden
sanmış ha yaşamış, ha yaşayacak
gözyaşları ayağına takılan mezar taşları
zor bir yola vurmuş kendini
ahşap evlere unutturmuş derdini...
her dem yorgun
asabidir kendisi
iş dönüşü çıkarken yokuşu
nefesi sabırsız
sanırsınız ha yığıldı, ha yığılacak
gözyaşları parke taşları
dar bir yola vurur kendini
ahşap evler unutturur derdini...
Kalem efendisi
her dem yorgunmuş
eskiden de ağrılıymış kendisi
ilk öpüşü çıkarken yokuşu
nefesi sabırsızmış
kız sanmış kalbi durmuş, duracak
kızın gözyaşları imiş
koyun şimdiki boz taşları
boz taşların narına
çok gitmişler o deniz kenarına
deniz her daim hırçın
ak kaşıkmış oysa gökyüzü
ılık güneş çıkarken yokuşu
nefesler sabırsız
sanırlarmış gökyüzü yıkıldı, yıkılacak...
Kalem efendisi
şimdi her daim yalnız
sancılıdır kendisi
iç çekişi çıkarken yokuşu
oyun etmiş ona nabzı
sabırsız
geçmiş hayatının baharı
sere serpe gözlerinden
sanmış ha yaşamış, ha yaşayacak
gözyaşları ayağına takılan mezar taşları
zor bir yola vurmuş kendini
ahşap evlere unutturmuş derdini...
YAŞAM BİR KOCA SAVUNMADIR (FUNDA’ YA)
Senin en sevdiğin şey
hissettiğini abartmandır
gece-gündüz tüm etrafındakiler
kapını açık bırakmandır
ne sokaklar avucundadır artık
ne de ellerinde yalnızlık
yaşam bir koca avunmadır...
Senin en sevdiğin şey
betonarme apartmandır
gece-gündüz tüm sofrandakiler
kapını açık bırakmandır
ne odalar mahremdir artık
ne de yanı başında yalnızlık
yaşam bir koca savunmadır...
Senin en sevdiğin şey
göz koyduğunu ayartmandır
gece-gündüz tüm yatağındakiler
kapını açık bırakmandır
ne çarşaflar lekesizdir artık
ne de masumane yalnızlık
yaşam bir koca soyunmadır...
hissettiğini abartmandır
gece-gündüz tüm etrafındakiler
kapını açık bırakmandır
ne sokaklar avucundadır artık
ne de ellerinde yalnızlık
yaşam bir koca avunmadır...
Senin en sevdiğin şey
betonarme apartmandır
gece-gündüz tüm sofrandakiler
kapını açık bırakmandır
ne odalar mahremdir artık
ne de yanı başında yalnızlık
yaşam bir koca savunmadır...
Senin en sevdiğin şey
göz koyduğunu ayartmandır
gece-gündüz tüm yatağındakiler
kapını açık bırakmandır
ne çarşaflar lekesizdir artık
ne de masumane yalnızlık
yaşam bir koca soyunmadır...
FİŞİ VAR MI YAŞAMIN
Fişi var mı yaşamın
gözlerinin gizi var mı
elektrik sever mi yıllar
işkencecinin merhameti var mı
yüksekten korkar mı kuşlar
balığın gözyaşı var mı
denizin yalnızlığı, ateşin de yaraları var mı
duman kendi yükünü
karıncalar ölülerini taşır mı
üstünü örttü mü ilk insan
ilk yitirdiği dostunun hesapsızca
ve mezarların yüzü var mı
sığar mı gökyüzüne uçtuklarımız
dalgaların temeli var mı
yolu var mı ağaçların
ufuksuz çöller
en güçlü rüzgar, yapraklara sığar mı
başı var mı gülüşünün
ilk kokladığın gülün, üzerinde utangaçlığı var mı
benim sorularımın ölümsüzlüğü
akrep ve yelkovanın aynasında
kendisini arar mı
ayazı var mı şiirin
ozanın sessizliğinin avazı var mı...
gözlerinin gizi var mı
elektrik sever mi yıllar
işkencecinin merhameti var mı
yüksekten korkar mı kuşlar
balığın gözyaşı var mı
denizin yalnızlığı, ateşin de yaraları var mı
duman kendi yükünü
karıncalar ölülerini taşır mı
üstünü örttü mü ilk insan
ilk yitirdiği dostunun hesapsızca
ve mezarların yüzü var mı
sığar mı gökyüzüne uçtuklarımız
dalgaların temeli var mı
yolu var mı ağaçların
ufuksuz çöller
en güçlü rüzgar, yapraklara sığar mı
başı var mı gülüşünün
ilk kokladığın gülün, üzerinde utangaçlığı var mı
benim sorularımın ölümsüzlüğü
akrep ve yelkovanın aynasında
kendisini arar mı
ayazı var mı şiirin
ozanın sessizliğinin avazı var mı...
BİR YOL DÜŞÜNDÜM
Epeyce sokulmuştu sesim soluğuna
tam dudaklarını yakalayacaktı ki kelimelerim
ahh kelimelerim...
hem her şeyimdi
hem de soylu kimsesizliğim
sustum
sustum da bir yol düşündüm
çığlıklarım peşindeydi
hıçkırıklarım avucundaydı ya...
ne seni sensiz yad etmek kolaydı
ne de anlatabilmek esirgediklerini!
göz yaşların yetersiz
göz yaşlarınla öremezdin aşkın gediklerini...
tam uçuşan sözlerini yakalayacaktı ki ellerim
ahh ellerim...
hem her şeyimdi
hem de kelepçeli yeni-yetmeliğim
durdum
durdum da bir yol düşündüm
el-çekişlerim seninleydi
ürkekliğim kahkahalarınlaydı ya...
ne seni sözsüz yad etmek kolaydı
ne de anlatabilmek esirgediklerini!
tam dudaklarını yakalayacaktı ki kelimelerim
ahh kelimelerim...
hem her şeyimdi
hem de soylu kimsesizliğim
sustum
sustum da bir yol düşündüm
çığlıklarım peşindeydi
hıçkırıklarım avucundaydı ya...
ne seni sensiz yad etmek kolaydı
ne de anlatabilmek esirgediklerini!
göz yaşların yetersiz
göz yaşlarınla öremezdin aşkın gediklerini...
tam uçuşan sözlerini yakalayacaktı ki ellerim
ahh ellerim...
hem her şeyimdi
hem de kelepçeli yeni-yetmeliğim
durdum
durdum da bir yol düşündüm
el-çekişlerim seninleydi
ürkekliğim kahkahalarınlaydı ya...
ne seni sözsüz yad etmek kolaydı
ne de anlatabilmek esirgediklerini!
ŞEYTAN KİLİDİ
Düşler savruk, rüzgarda titreyen her şey gibi
ve her yer gibi kaybolduğun
paslı uykunun şeytan kilidi
düşler; bir deri, bir kemik
düşlerin gönlü yaslı
düşler kara-kavruk, doğulu yüzler gibi
gece; gebe kadının kızağını çeken itler
gece; sancılı kelebekler
gece hem doğum, hem ölüm
gece; artılı-eksili bir bilmece
işte gece, düşler ve ben
ve her şey, her yer sana ait
sana ait ve ulaşılmadık anlar
‘o, anlar’ ın şeytan kilidi
o zaman gece sen, düşler ben
ve her yer yatağımdaki, bedenimdeki her şey
yine tanrı ve şeytan
vaat dolu sözlerle cazip bilmece...
demek ki bu kan, bu zulüm
bu hasret, bu acı
her gece düşlerimdeki darağacı
avucumdaki gülüm, döşeğimdeki ölüm
bu solgun ten, bu ağır diyet
sırf gece sensin diye, düşler ben...
ve her yer gibi kaybolduğun
paslı uykunun şeytan kilidi
düşler; bir deri, bir kemik
düşlerin gönlü yaslı
düşler kara-kavruk, doğulu yüzler gibi
gece; gebe kadının kızağını çeken itler
gece; sancılı kelebekler
gece hem doğum, hem ölüm
gece; artılı-eksili bir bilmece
işte gece, düşler ve ben
ve her şey, her yer sana ait
sana ait ve ulaşılmadık anlar
‘o, anlar’ ın şeytan kilidi
o zaman gece sen, düşler ben
ve her yer yatağımdaki, bedenimdeki her şey
yine tanrı ve şeytan
vaat dolu sözlerle cazip bilmece...
demek ki bu kan, bu zulüm
bu hasret, bu acı
her gece düşlerimdeki darağacı
avucumdaki gülüm, döşeğimdeki ölüm
bu solgun ten, bu ağır diyet
sırf gece sensin diye, düşler ben...
1 Şubat 2008 Cuma
GÜLÜN KOKUSUNU ÇALDIM ÇİNGENEDEN
Haberin var mı
yanından geçerken
gülün kokusunu çaldım çingeneden
artık kokulu hülyalarım vardı
ve garip bir şekilde
yaşama sadıktım
ne rüyalara girdim de sağ çıktım
enkazlar vardı önünde hatırla!
sana defalarca yollar açtım
oysa
bana doğru koştuğunu söyledin durmadan
o zaman SENDE’leme
zira aşk SENDE değil BENDE’dir!
kazayazı olmuştur artık aşk
bir kan davası
ahh bu aşkın zulmü, devası
beyazlar üzerindedir ölümü
kar ayazı
dostum sakın kara yazı yazma
zira soğuk sende
yel bendedir!
haberin var mı
yazından geçerken
kuşun kokusunu çaldım çiftçiden
güz olur güneş batar ya
kokusu çıkar bir şeylerin
artık kokulu hülyalarım vardı
ve garip bir şekilde
yaşama sadıktım
ne rüyalara girdim de sağ çıktım
engeller vardı önünde
unutma sana yataklar açtım
kana yazı yazdın da dindiremedim
dinlendiremedim acını
zira acele sende
yol bendeydi
haberin var mı
yanımdan geçerken
ecel kokunu çaldı benden
artık ölüm bizlerdendi...
yanından geçerken
gülün kokusunu çaldım çingeneden
artık kokulu hülyalarım vardı
ve garip bir şekilde
yaşama sadıktım
ne rüyalara girdim de sağ çıktım
enkazlar vardı önünde hatırla!
sana defalarca yollar açtım
oysa
bana doğru koştuğunu söyledin durmadan
o zaman SENDE’leme
zira aşk SENDE değil BENDE’dir!
kazayazı olmuştur artık aşk
bir kan davası
ahh bu aşkın zulmü, devası
beyazlar üzerindedir ölümü
kar ayazı
dostum sakın kara yazı yazma
zira soğuk sende
yel bendedir!
haberin var mı
yazından geçerken
kuşun kokusunu çaldım çiftçiden
güz olur güneş batar ya
kokusu çıkar bir şeylerin
artık kokulu hülyalarım vardı
ve garip bir şekilde
yaşama sadıktım
ne rüyalara girdim de sağ çıktım
engeller vardı önünde
unutma sana yataklar açtım
kana yazı yazdın da dindiremedim
dinlendiremedim acını
zira acele sende
yol bendeydi
haberin var mı
yanımdan geçerken
ecel kokunu çaldı benden
artık ölüm bizlerdendi...
VAHŞİ BİR HAYVANI SABIRLA KENDİNE ALIŞTIRMAKTI YAŞAMAK
Biz seni yeryüzüne ısmarladık
ve yine denize
söz aldık kuşlardan da yetinmedik
yetinemedik
sabırsızdık varoluştan
biz
bedenlerin toprağa gömüldüğünü öğrenmiştik
ve ruhların su üzerinde yürüdüğünü
daha fazla bekleyemezdik...
sen
ölümdeki vahşeti üzerinde taşıyacaktın
sen
hem ölümlü olacaktın
hem yaşayacaktın
böylece
ne deprem üstünü örterdi ölümün
ne de dalgalar doğururdu sonsuzluğu
kısaca
vahşi bir hayvanı sabırla
kendine alıştırmaktı yaşamak!
seni kendimize alıştırmaktaki çabamızla
kendimizi sana alıştırdık
böylece gelip geçti günler
seni kah biz büyüttük
kah balıklar büyüttü gözlerinde
sonra korktuk
korktu toprak, gökyüzü ve su
hem seni yükseklerden yere attık
hem de denizlerin dibine fırlattık acımasızca
biz seni yeryüzüne ısmarlamıştık
ve yine denize
göz atmış kuşlarla da yetinmedik
yetinemedik
sabırsızdık yok-oluşta
biz.......öğrenmiştik
...bekleyemezdik!
ve yine denize
söz aldık kuşlardan da yetinmedik
yetinemedik
sabırsızdık varoluştan
biz
bedenlerin toprağa gömüldüğünü öğrenmiştik
ve ruhların su üzerinde yürüdüğünü
daha fazla bekleyemezdik...
sen
ölümdeki vahşeti üzerinde taşıyacaktın
sen
hem ölümlü olacaktın
hem yaşayacaktın
böylece
ne deprem üstünü örterdi ölümün
ne de dalgalar doğururdu sonsuzluğu
kısaca
vahşi bir hayvanı sabırla
kendine alıştırmaktı yaşamak!
seni kendimize alıştırmaktaki çabamızla
kendimizi sana alıştırdık
böylece gelip geçti günler
seni kah biz büyüttük
kah balıklar büyüttü gözlerinde
sonra korktuk
korktu toprak, gökyüzü ve su
hem seni yükseklerden yere attık
hem de denizlerin dibine fırlattık acımasızca
biz seni yeryüzüne ısmarlamıştık
ve yine denize
göz atmış kuşlarla da yetinmedik
yetinemedik
sabırsızdık yok-oluşta
biz.......öğrenmiştik
...bekleyemezdik!
YAKIN GÖZLÜĞÜMÜZLE ÖLÜMÜN CANINA OKUYACAĞIZ
Bir gün gelecek de aynaya bakacağız
minibüste önümüzdeki adamın yüzüymüş gibi gelecek
kendi yüzümüz dikiz aynasında bize
o zaman kendimizi yaşlanmış bulacağız
ve zaman bizi bulacak
müsait bir yerde ineceğiz...
bir gün gelecek de deniz kenarına oturacağız
kendi tenimiz gibi gelecek
düne kadar dümdüz olan dalgalı deniz bize
eskiden sevgilimizle buluşup gülüştüğümüz yerde
o zaman kendimizi ağlıyor bulacağız
ve zaman bizi bulacak
kendimizi martılarla oyalayacağız...
bir gün gelecek de televizyonu açacağız
ekrandaki ses bizle konuşuyormuş gibi gelecek
ve odanın duvarları üstümüze üstümüze
fark etmeden ona cevap vereceğiz
o zaman kendimizi yapayalnız bulacağız
ve zaman bizi bulacak
titreyen ellerle söylenerek kanal değiştireceğiz...
bir gün gelecek de telefonu açacağız
konuşurken kendi sesimizi tanımayacağız
öksüren bir ihtiyarı taklit ediyormuşuz gibi gelecek
dalıp gideceğiz ne dediğimizi bilmeden, sayıklayarak
o zaman kendimizi yorgun bulacağız
ve zaman bizi bulacak
son bir gayretle ‘Yanlış numara’ diyeceğiz...
bir gün gelecek de çarşıdan döneceğiz
ensemizdeki bir adamın nefesiymiş gibi gelecek
kendi nefesimiz ciğerlerimizden bize
o zaman yokuş görünce
kendimizi hep iniyor bulacağız
ve zaman bizi bulacak
takside kendimizi
‘Serencebey Yokuşu, evladım’ derken duyacağız...
bir gün gelecek de albümlere bakacağız
her karede şaşırtacak, ütülenmiş gibi gelecek
geçmişimiz fotoğraflarda bize
o zaman bedenimizi ütüsüz, ruhumuzu boş vermiş bulacağız
ve zaman bizi bulacak
çocuksu bir hevesle ütü yapıp
alelacele fotoğraf çektirmeye gideceğiz...
bir gün gelecek de yürüyüşe çıkacağız
yolumuz mezarlıklara düşecek, kaçmayacağız
mezarlar ilgimizi çekmeye başlayacak
o zaman kendimizi mezar taşlarını okuyor bulacağız
ve zaman bizi bulacak
‘Dur yolcu, okumadan geçme!’ diyecek
biz ölümün canına okuyacağız...
minibüste önümüzdeki adamın yüzüymüş gibi gelecek
kendi yüzümüz dikiz aynasında bize
o zaman kendimizi yaşlanmış bulacağız
ve zaman bizi bulacak
müsait bir yerde ineceğiz...
bir gün gelecek de deniz kenarına oturacağız
kendi tenimiz gibi gelecek
düne kadar dümdüz olan dalgalı deniz bize
eskiden sevgilimizle buluşup gülüştüğümüz yerde
o zaman kendimizi ağlıyor bulacağız
ve zaman bizi bulacak
kendimizi martılarla oyalayacağız...
bir gün gelecek de televizyonu açacağız
ekrandaki ses bizle konuşuyormuş gibi gelecek
ve odanın duvarları üstümüze üstümüze
fark etmeden ona cevap vereceğiz
o zaman kendimizi yapayalnız bulacağız
ve zaman bizi bulacak
titreyen ellerle söylenerek kanal değiştireceğiz...
bir gün gelecek de telefonu açacağız
konuşurken kendi sesimizi tanımayacağız
öksüren bir ihtiyarı taklit ediyormuşuz gibi gelecek
dalıp gideceğiz ne dediğimizi bilmeden, sayıklayarak
o zaman kendimizi yorgun bulacağız
ve zaman bizi bulacak
son bir gayretle ‘Yanlış numara’ diyeceğiz...
bir gün gelecek de çarşıdan döneceğiz
ensemizdeki bir adamın nefesiymiş gibi gelecek
kendi nefesimiz ciğerlerimizden bize
o zaman yokuş görünce
kendimizi hep iniyor bulacağız
ve zaman bizi bulacak
takside kendimizi
‘Serencebey Yokuşu, evladım’ derken duyacağız...
bir gün gelecek de albümlere bakacağız
her karede şaşırtacak, ütülenmiş gibi gelecek
geçmişimiz fotoğraflarda bize
o zaman bedenimizi ütüsüz, ruhumuzu boş vermiş bulacağız
ve zaman bizi bulacak
çocuksu bir hevesle ütü yapıp
alelacele fotoğraf çektirmeye gideceğiz...
bir gün gelecek de yürüyüşe çıkacağız
yolumuz mezarlıklara düşecek, kaçmayacağız
mezarlar ilgimizi çekmeye başlayacak
o zaman kendimizi mezar taşlarını okuyor bulacağız
ve zaman bizi bulacak
‘Dur yolcu, okumadan geçme!’ diyecek
biz ölümün canına okuyacağız...
KUŞ-ŞEHİR VE UZAKLAR
Sen ne kadar güzeldin Ocak’ ta
ve İstanbul senin gibi ne kadar uyku mahmuru!
İstanbul ne de yakışmıştı sana o sabah
ve ben, ne kadar az uyurdum seni sevmekten!
ağlardım şehrin kulaklarına ‘Neden uyandırdın?’
günler ne kadar masumdu
huzurlar ne kadar ŞİMDİ
İstanbul ilk öpüşmemizdeki ürkek kadınlıktı
hatırlamaktan utandığın
bir İstanbul senin gibi
bir de sabahlar benim kadar erkendi Ocak’ ta
biliyorum kuşlar bana aldırmazdı
ve kuşku kaldırmaz
bu şehirde her çifte iki güvercin düşerdi
ezan sesleriyle iki güvercin düşerdi Haliç’ e bazen
-herkes iyi niyetli değil-
kuşlar ne de yakışmıştı İstanbul’a o sabah
ve ben ne kadar üzgündüm Haliç’ i görmekten
ne günler masumdu
ne de şimdinin huzuru ayakta durabiliyordu
İstanbul ilk sevişmemizdeki toy şehirdi
korkuyordu gitmekten uzaklara
bir İstanbul senin gibi
bir de kuşlar benim kadar ölümüneydi Ocak’ta...
ve İstanbul senin gibi ne kadar uyku mahmuru!
İstanbul ne de yakışmıştı sana o sabah
ve ben, ne kadar az uyurdum seni sevmekten!
ağlardım şehrin kulaklarına ‘Neden uyandırdın?’
günler ne kadar masumdu
huzurlar ne kadar ŞİMDİ
İstanbul ilk öpüşmemizdeki ürkek kadınlıktı
hatırlamaktan utandığın
bir İstanbul senin gibi
bir de sabahlar benim kadar erkendi Ocak’ ta
biliyorum kuşlar bana aldırmazdı
ve kuşku kaldırmaz
bu şehirde her çifte iki güvercin düşerdi
ezan sesleriyle iki güvercin düşerdi Haliç’ e bazen
-herkes iyi niyetli değil-
kuşlar ne de yakışmıştı İstanbul’a o sabah
ve ben ne kadar üzgündüm Haliç’ i görmekten
ne günler masumdu
ne de şimdinin huzuru ayakta durabiliyordu
İstanbul ilk sevişmemizdeki toy şehirdi
korkuyordu gitmekten uzaklara
bir İstanbul senin gibi
bir de kuşlar benim kadar ölümüneydi Ocak’ta...
GÜLÜN KOKUSUNU ÇALDIM ÇİNGENEDEN
Haberin var mı
yanından geçerken
gülün kokusunu çaldım çingeneden
artık kokulu hülyalarım vardı
ve garip bir şekilde
yaşama sadıktım
ne rüyalara girdim de sağ çıktım
enkazlar vardı önünde hatırla!
sana defalarca yollar açtım
oysa
bana doğru koştuğunu söyledin durmadan
o zaman SENDE’leme
zira aşk SENDE değil BENDE’dir!
kazayazı olmuştur artık aşk
bir kan davası
ahh bu aşkın zulmü, devası
beyazlar üzerindedir ölümü
kar ayazı
dostum sakın kara yazı yazma
zira soğuk sende
yel bendedir!
haberin var mı
yazından geçerken
kuşun kokusunu çaldım çiftçiden
güz olur güneş batar ya
kokusu çıkar bir şeylerin
artık kokulu hülyalarım vardı
ve garip bir şekilde
yaşama sadıktım
ne rüyalara girdim de sağ çıktım
engeller vardı önünde
unutma sana yataklar açtım
kana yazı yazdın da dindiremedim
dinlendiremedim acını
zira acele sende
yol bendeydi
haberin var mı
yanımdan geçerken
ecel kokunu çaldı benden
artık ölüm bizlerdendi...
yanından geçerken
gülün kokusunu çaldım çingeneden
artık kokulu hülyalarım vardı
ve garip bir şekilde
yaşama sadıktım
ne rüyalara girdim de sağ çıktım
enkazlar vardı önünde hatırla!
sana defalarca yollar açtım
oysa
bana doğru koştuğunu söyledin durmadan
o zaman SENDE’leme
zira aşk SENDE değil BENDE’dir!
kazayazı olmuştur artık aşk
bir kan davası
ahh bu aşkın zulmü, devası
beyazlar üzerindedir ölümü
kar ayazı
dostum sakın kara yazı yazma
zira soğuk sende
yel bendedir!
haberin var mı
yazından geçerken
kuşun kokusunu çaldım çiftçiden
güz olur güneş batar ya
kokusu çıkar bir şeylerin
artık kokulu hülyalarım vardı
ve garip bir şekilde
yaşama sadıktım
ne rüyalara girdim de sağ çıktım
engeller vardı önünde
unutma sana yataklar açtım
kana yazı yazdın da dindiremedim
dinlendiremedim acını
zira acele sende
yol bendeydi
haberin var mı
yanımdan geçerken
ecel kokunu çaldı benden
artık ölüm bizlerdendi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)